70’e merdiven dayamışız…Günlüğe ek.

41. Günden sonra günlük tutmaktan vazgeçmiştim. Bahçe işleri ve ev kadınlığı hallerimin zamanımın çoğunu alması bir yana, herkesin benzer şeyler yaşaması bir yana…Yazmak için bir direnç gösteriyordum. Ta ki bu sabah sevgili Yeşim Cimcoz’ dan bir mail alana kadar. Mailin konusu tabii ki  kimine göre 70 güne yaklaşan   ev halleriyle ilgili idi. Unutmadan; Yazı Evi’nin  sanal atölyelerinin  kısa bir tanıtımı da vardı ekte. İşte bu mail  “hadi durma kalk cevap yaz, ne duruyorsun hadi, hadi” diye adeta başımın etini yedi. Zoom’ dan katıldığım Salı yogasını bitirir bitirmez klavyenin başına geçtim.

BLOGA

Buraya sevgili Yeşim’in mailinden birkaç satır alıntı yapmak zorundayım izniyle.( …… olarak görülen cümle Yeşim’in iç sesidir ve onlara burada yer verirsem metin konudan uzaklaşabilir)

Bezelye aldım bu haftaki siparişle. Yarım kilo. Enginar da istemiştim. Onun yanında iyi gider diye düşünmüştüm. ……….Mutfağa geçtim. Dünden beri mutfakta poşetlerde beklettiğim yeşillikleri çıkarttım. Semizotu ayıkladım, domatesleri, marulu suya bıraktım, bezelyeleri ayıkladım, suya koydum.  Hüseyin’le kahvaltı hazırlıyoruz. Şakalaşıyor, sohbet ediyoruz. Bir el hareketiyle bezelyeler yerlere saçılıyor, yer nokta nokta yeşil bezelye ve su. İçine bir kaç gündür silinmeyen mutfağın tozu, köpeklerin tüyü karışıyor. Öfkeleniyorum. Alt tarafı bezelye yere döküldü. Hüseyin süpürgeyi almaya uzanırken “Hayır onunla alma!” diyorum ve yere çöküp tek tek bezelyeleri toplayıp kaba koymaya başlıyorum. “Nasıl? Kullanacak mısın?” diye şaşkınlıkla soruyor. “Tabii ki! Bunları ayıklamak için çok uğraştım!” diyorum. Süpürgeyi bırakıp yardım etmeye başlıyor. “Yeşim bunlar çok tüylü ve tozlu,” diyor. “N’apalım yani? Ben hallederim,” diyorum. “Yeniden ısmarlarız,” diyor. Sesi sakin, dingin. Yerde saçılmış, tezgahın altına kaçmış, toz yumaklarının içine gömülmüş bezelyelere bakıyorum. Elime su, köpek tüyleri ve bezelye bulaşmış. “Tamam!” diyorum. Süpürüp temizliyoruz yeri. Bezelyeler çöpe gidiyor. Ellerimizi yıkıyoruz. Artık hep, her şeyden sonra, ellerimizi yıkıyoruz. “Ismarlayacak mısın?” diye soruyor Hüseyin. Vazgeçiyorum. Bezelye için tekrar sipariş vermek istemiyorum. Bezelye yemesem ne olur ki?

İşte beni tetikleyen cümle de işte bu efendim. Ne demek yemesem de olur. Kalkıyorum yerimden, biniyorum hayallerimdeki o kuşun kanadına, ver elini Moda. Çat kapı, Yeşim’in mutfağındayım. Dur, diyorum zamana. Geri git. Tozlu bezelyeleri önce soğuk sonra kaynar suyla yıkıyorum. Bir daha, bir daha. Ne yaptın sen Yeşim, diye de fırçamı çekiyorum. Bizim Urla’da bile sekiz liraysa( hoş bu hafta daha da pahalı) bezelyenin kilosu buralarda kim bilir kaçadır.Hem sonra enginarın kız kardeşidir, olmazsa olmazıdır, deyip girişiyorum işe. Tanıyorum arkadaşımı; yemeyi hele de yanında sohbet de varsa pek sever. Çok kolaydır onu ağırlamak; ne koysanız sofraya itiraz etmez.Severim böyle konukları. Düşünmem hiç, şimdi ne pişirsem diye. Uzun lafın kısası, tez zamanda bol bezelyeli zeytinyağlı enginar yemeği hazır oldu. Akşama Hüseyin’le yesinler.  Sarılmak istedik, sarılamadık. Biraz daha kalsaydın dedi. Kuş bekliyor, dedim.

Bir özlemin ardından gittim bugün. Yine döner miyim günlüğe, bilmiyorum.

Sevgiyle

Fotoğraf  Urla Malgaca Pazarı’nda çekilmiştir.

Reklam

Meraklı Bir Gardrobun Anıları 1

                                                                  

 

Tanışalım-

Doğum yerim İstanbul. İstanbul’ un  Kumbaracı Mahallesi.

Doğum tarihim Mayıs 1973.

İki kıtayı bir eden canım İstanbul’da, İstiklâl Caddesi’nden Tophane’ye inen yokuşlardan birinin adı Kumbaracı Yokuşu’dur .  Bildiniz mi… Hah işte ben orada  Mesut Usta’nın ellerinde dünyaya gelmişim. Soyumu sorarsanız,  Istranca Ormanları’ndaki ceviz ağacı sülâlesine dayanır.

Ustamdan duyduklarıma göre doğumum oldukça sancılı olmuş. Benim dünyaya gelmemi arzu eden genç çiftle tanışana kadar Mesut Usta sadece kendi çizdiği, kendi yarattığı mobilyalara can verir, kimsenin modelini kopyalamaya yanaşmazmış. (Lâf aramızda, nerede şimdi böyle ustalar? Şimdi her şey kopya, her şey fabrikasyon )  Bu yüzden çok direnmiş ustam bu gençlerin getirdiği fotoğraftaki yatak odasını kopyalamaya. Nişantaşı’nın gözde mağazalarının birinde görüp tutulmuşlar, fotoğraf çekip getirmişler. Sonra da günlerce gidip gelmişler atölyeye. Evlerinin yemek odası takımını da ustamın modellerinden seçmişler, kütüphanelerini de. Ama ustam ısrarla,

“İş ahlâkıma uygun değil, yapamam çocuklar,” diye direnmiş de direnmiş.

Sonra bir gün delikanlı yine kapıyı tıklatmış. Bu kez yalnızmış.

“Bak, ustacığım, sen bize bu iyiliği yapmazsan nişanlımla aramız bozulacak, tutturdu bir kere, lütfen hatırımızı kırma.  Hem kim görecek bizim yatak odamızı bizden başka”  diye yalvar yakar olmuş.

Ustam hemen he demese de dayanamamış gençlerin bu arzusuna, bir kerelik kurallarını bozmaya razı gelmiş.

İyi ki, iyi ki …Yoksa bugün buralarda olabilir, size başımdan geçenleri anlatabilir miydim efendim…

Yeni tanıştığım kimselerle hemen samimi olamam ama sizi sevdim sanki… Sanırım size anılarımı paylaşabilirim.

Şimdilik hoşçakalın…