2021’den 2020’ye mektup

Bu mektup “Ben de yazıyorum” atölyemin katılımcılarından sevgili Saime Arıcıoğlu’na aittir ve izniyle burada yer alıyor.

Ne yaptın 2020, naptın sen ! Biraz  fazla mı eğlenmişsin ne? 

Etraf toz duman. Bu kadar savruk kullanılır mı hayat?

Ne yaptın sen? Yakmış yıkmışsın. Bir iki filiz veren baş bıraksaydın keşke. Kimeydi bu öfken.? Yazık, yazık. Kendine yazık. Sen nasıl geldin bu noktaya.

Ooooo.!. Ya da tam bir partileme. 2020 tam bir partileme. Ama yani püüü…. Ölümüne bir parti olmuş. Dopaminler seretoninler yükselmiş yükselmiş sonra dibe vurmuş. Altın vuruş. O ne öyle. Hiçbir şeyi var kılmayarak, var olanı yok ederek nereye varmayı beklersin? Ayol bi durup kendine bakmamışsın. Hiç kimseye hiçbir şeye , içindeki yaşam gücüne bile kulak asmamışsın. Zarar ki ne zarar, herkese her şeye, kendine bile zarar.

Şimdi ben nasıl toplayacağım bütün bunları. Söyle bana. Öyle bırakıp gitmek olmaz. Ben yaptım oldu halleri mi takınacaksın? Toplayın bakalım ezikler toplayabilirseniz  mi diyeceksin? Tabii sen gittin. Sorumsuz bir eş gibi kapıyı vurdun çıktın. Bana da enkazı temizlemek kaldı. Yuh sana yuh! Koca bir yıla yuh. Söylensem ne olur, nedenlemeye çalışsam ne kazanırım?!

Hadi bakalım,  iş başa düştü, bir ucundan toparlamak gerek artık. Söylenmek nafile. Eylem zamanı. Bakalım zarar ziyan ne durumda. Envanter alalım, elde kalanlara bakalım. Çözüm zamanı.

Önümde bana sadece bana ait topu topu 365 gün var. Yaraları sarmak lazım önce. Fiziksel derlenip toparlanma ardından duygusal onarmaların yolunu açar. Temizlik yapalım önce o zaman. Etrafı toplamaya başlayalım. Aman aman kaldırmalıyım şunları gözüm görmesin. Azrailin tırpanı bile meydanda. Söyleyin  gelip alsın. Yok yok götürün verin ona. Taze canlar var dünyaya gelmeyi bekleyen. Hemen hemen tertemiz bir alan yaratalım onlar için. Başlangıçları güzel olsun. Hadi kirli her şeyi bir güzel yıkayıp kurutup yerleştirelim. Umutlar serpiştirelim oraya buraya. Kasveti dağıtmak için tatlı rüzgarlar yaratalım. İncitmeden okşar gibi essinler önüne katıp uzaklara götürsünler bu kasvetli havayı. Yağmurlar gelsin temizlesin bu dumanı. Ateşi söndürsün, külünü akıtsın. Karmaşayı koca denizlere taşısın nehirler. Dönüşümün tohumlarını beslesin su damlaları. Yeninin ateşini körüklerken eskiyi parlatın ki değerlerini ortaya koysunlar. Yakın ışıklarını isteyen herkes faydalansın onlardan. Eski kolay oluşmuyor. Hayatın bilgeliği saklı eskilerde.  Yeninin gözündeki ışıkla paylaşıyor bilgeliğini. Şöyle yukarıya doğru koyun herkes görsün. Hadi hadi çabuk olalım. Gün yeni yıla umutla doğsun. Aydınlatsın dünyayı.

Etraf toparlanmaya başladı. Neyse ki temelleri sağlam bu hayatın. Yıkıma değil yapmaya, yaratmaya, zamanı geldiğinde de yerini yeni gelene bırakmaya programlı. Sana da biraz haksızlık mı ettim ne 2020. Sen de bir önceki yılın fırtınalarıyla karşılaştın.  Belki de ancak bu kadar engelleyebildin. Bu kadarına gücün yetti. Keşke bi otursan da karşıma anlatsan bir bir sen nelerle karşılanmıştın… Gelen felaketler zinciri miydi? Sen ne yaparsan yap olacak olan oldu mu? Bu cevap mantıklı bence de. Elinden geleni yaptın. Direndin. Savaştın. Yıkıma, ölüme engel olmaya çalıştın. Kurtarabildiğini kurtardın, engel olabildiğine oldun. Elinden gelen buydu. Ya da en baştaki bakışıma geri dönersek ooo yeeeaah!  diyerekp harlamaya başlayan ateşe odun mu attın. İçindeki boşluğu doldurmak için felaketlerden zevk alan biri misin /birimiydin? Bu iki hali de barındırman mümkün mü kendinde. Bilemem.

Her ne olduysa oldu kalan beni karşıladı. Olan da olmayan da artık bana bakıp duruyor. Durumu yönetmek de kibriti çakıp oturup izlemek de bana kalmış… Bakalım benden ne çıkacak?. Sonunda bana geri dönecek olan ne? Yaşamak lazım lakin cevap vermek için. Olanı olduğu gibi kabul mümkün değil. Aslolan bundan ötesini idare etmekdeki  becerim.

 Hadi başlayalım.

Saime ARICIOĞLU 2021

Reklam

Tek kelime

Zeynep Braggiotti / Aralık 2019

Gözlerim kapalı…

Kulaklarımda saatin ısrarla işleyen çarkı.

Tik… Tak…Tik…Tak…

Sapsarı bir oda. Duvarları, zemini altın suyuyla yıkanmışcasına, sarı…  Odanın içinde yalnız bir kadın. Onca sarılığın içinde kayboluyor.

Yanakları ıpıslak. Ağlıyor mu?

İşaret parmağım ıslanıyor, göz pınarımdan şakağıma doğru gezdirirken ellerimi.

Görebiliyor musun… Yoksa o sarılık beni de yutup yok mu etti?

Sadece bir kaç gün önceydi. Telefonun ekranında ismini gördüğümde bir kaç saniye bakmıştım öylece. Sanki karşımda duruyordun. Uzanıp sana dokunamamak gibi parmağım cevap ver tuşuna basamadı bir türlü.

Hissetmiştim olacakları belki de.

Tam alo diyecekken kapattın. Telefon susunca, içimde bir huzur; tarif edemediğim.

Israrcıydın. Bir kaç dakika sonra tekrar ismin belirdi ekranın üzerinde. Bu defa hiç bekletmedim.

Buluşmak istedin. Konuşmak istiyordun. Sana hayır demek imkansızdı bugüne dek. Çok iyi biliyordun bu yüzden de cevabımı duymadan kapattın acele acele.

Belki de duymak istemedin. Yenilen değil yenen olmaktı tüm dileğin.

Oysa o an için hiç önemi yoktu bunun. Yenen, hak eden, seven…

Zaten seven bendim, sevilen olmayı bir türlü hak edememiştim. Yensen de fark etmiyordu benim için.

Akşam söylediğin saatte kapımdaydın. Sen gelinceye kadar geçen sure zarfında yer çekimsiz bir uzay kapsülünün içindeymişim gibi hazırlandım.

Ümit mi deniyordu bu duruma? İnsan içten içten son olduğunu bilse bile kendine itiraf edemiyor. Peki… Ben edemiyorum. Hayata tutunmamı sağlayan o umudun dalını kırıp atmak istemiyorum hiç bir zaman.

Beni sevdiğini sandığım, güzel anılarla dolu olan günlerimizde hep gittiğimiz, çünkü ikimiz de burayı çok seviyoruz diye düşünürdüm hep, o küçük balıkçıya götürdün beni yine. Uzun bir aradan sonra ikimizi birlikte gören Haydar Amca bile coşkuyla karşıladı bizi. Sana baktım. Yüzünde bir neşe, bir mutlulukla selamladın Haydar Amca’ yı. Hissettim; eski günlerdeki gibiydik. Demek kaldığımız yerden devam edecektik. Umudumu terk etmediğime nasıl da sevinmiştim.

Balıklar tavaya atılmış, narlı salatamız sofraya konmuş, rakılarımız bile buzlanmıştı. Gözlerimi hiç ayırmadan seni izliyordum. Genç garsonla maçları çekiştirdin önce. Ardından telefonuna cevap verdin uzun uzun. Sonra soğuduğunu düşündüğün rakından bir yudum aldın. Ama gözlerime hiç değmedin.

İnanmak. Hayır…  Aslında duymak istemedim söyleyeceklerini. O yüzden de umursamadım benimle göz göze gelmek istemeyişini.

Başladın konuşmaya, başın öne eğik. Bir halt işlemiş de annesinden gizlemek için çaba sarf eden bir çocuk gibiydin karşımda; gözleri yerde, omuzları düşük, göğüs kafesinden içine kapanmış.

Balığın kılçığı boğazıma battı.  Kesik kesik acıyor. Etraf sessizleşti. Sesini değil sadece dudaklarının hareketini görüyorum. Ne dediğini anlamak için gücüm tükenik. Okuyabildiğim; BİTTİ …

Tek kelime yeter. Beklediğin halde sevdiğin birinin ölümü… BİTTİ…

Her şey normale dönüyor bir süre sonra ve ben sendeyim hala. Takılı kalmışım, hayır asılı kalmış yüreğim yüreğinin üzerinde. İsmimle seslendin. Yanı başımda, kolumdan tutarken. Masanın benim tarafımda olanlar olduğu gibi duruyor. Tabağımda BUZZ gibi bir balık, bardağımda ılınmış rakı.

Ne dediysen yaptım. Sen istedin diye sesimi çıkarmadan. Senin için süre dolmuş olacaktı ki, kolumdan tutmuş gitmek üzere bana yol veriyordun. Yine itiraz etmedim.

Kısa ve isteksiz bir hoşça kal ile uğurladın arabadan inerken.

Ben  kaldırımdayken hala… Sen gaza bastın. Merak ediyorum, giderken aynadan geriye baktın mı hiç?

Kuşçular 59   Sen de Yaz  Atölyesi için

 

Bezelye

 

Müge Çakır Ocak 2020

Geç oldu; bu saatte oturup bir kilo bezelyeyi ayıkla​yıp ​bol suyla yıkadım.

Aklımda yarın var, zor olacak,  epeyce ZOR.. Dinlenm​em, toparlanmam, ​

güçlü​,​ bakımlı görünmem lazım.

Artık biraz uyu​yabilsem..

Ama bezelyeler​ pişmedi​? Hepsini tek tek ayıkladım; kabuklarını ayrı​ ​tanelerini ​ayrı kaba aldım. İriymiş bu ​sefer, ama irilik falan hikaye. ​Tadarak anl​ayacaksın iyisini; önce açıp içine, ​ağzına atıp tadına bakacaksın…

Off yatmam lazım, ​sabaha​ dinç uyanmalıyım. ​U​ykusuz ​ve ​​bakımsız ​olmaz. Soğanı öldürdüm ze​y​tinyağında, ​ ​az domatesle bezelyeleri de attım​

tencereye​; bereket mevsim yaz, domatesler taze.

Şimdi ocağın altını da kıstım mı,  ımık ımık pişer güzelim bezelyeler.

Artık sahiden yatmam, dinlenmem lazım. Sahi kaçtaydı yarın mahkemem?

Pişti bezelye; yavaş yavaş, sine sine,  içine çeke çeke…

Kendinden vaz geçe vaz geçe PİŞTİ.

Yorgunum… Uzanıyorum, ayaklarım çıplak, üşüyorum..

Soğuk mu hava? Hani mevsim yazdı, taze domates mevsimi​ydi​, YAZ​DI​..

Üşüyen kalbim mi, ben miyim?

Kaçtaydı yarın mahkemem? Saat 13:30.. ​Saati kurdum, kaldı on iki saat. ​Bitecek mi bu kadar kolay, bu kadar çabuk ve ani?

Kaç kere güldük beraber, kaç kere tutkuyla öpüştük? Kavga ettik​,​ barıştık sonra birbirimize yapıştık. Sanki, “hiç bitmeyecek gibi”ydik. Hep BİZ’dik…

Ben ne zaman, BEN olmayı bıraktım? Ne zaman BEN’den vazgeçtim. Sen nasıl da ​BİZ’den ​vazgeçtin?

Soracak Hakim Bey yarın​ ​13:30’da, Ne zaman karından vazgeçtin? “Bilmeeeem” diyeceksin, bilmem​! Belki de BEZELYELER​’​​dendir​. Ben hiç bezelye sevmedim ki…

Bizim Bahçe Sen de Yaz Atölyesi

 

Terastan bir kadın atladı /4 ayrı bakış

Ayşegül Gezgin  Şubat 2020

Birinci öykü- Meraklı

Yokuş aşağı dalgın dalgın yürüyordu. Ayaklarının dibinden birisinin seslendiğini duydu. “Burcuu kızım”. Eğildi, önce mama ve su kapları ile etrafındaki kedileri, onların arkasında parmaklıklı pencerede Havva Abla’nın başını gördü.

  • Kızım geçmiş olsun.
  • Sağol Havva abla
  • Dizimden çıkamıyorum ki bir yere. Nasıl oldu ablan, hastaneden çıkmış dediler.
  • Daha iyi.
  • Daha iyi olsun güzel yavrum. Her gün hatırımı sormadan geçmezdi buradan. Kedilerimi mamasız, beni de sigarasız bırakmazdı. Güzelin bahtı olmazmış. Nasıl kandırmış nişanlısı, evliymiş meğer, öyle mi? Bunalıma girdi atladı diyorlar.
  • Herkes bir şey uyduruyor, ne biçim insanlar bunlar. Ablam kediyi içeri almaya çalışırken başı dönmüş, düşmüş.
  • Allah’ın sevgili kuluymuş yine de bak. Ya berberin brandasına denk gelmeseymiş, yavrum benim. Bir kurban kesin artık, sadakası olsun.
  • Tamam Havva abla, derse geç kalıyorum, görüşürüz.
  • Git kızım geç kalma. Allah zihin açıklığı versin.

Burcu elinin tersiyle gözünün yaşını kuruladı, adımlarını hızlandırdı.

İkinci öykü – Umursamaz

  • Kapatmışlar yolu, sağa sola kaçamıyorum, kaldım burada.
  • Sana daha önce çık demiştim ama.
  • Elimde sanki. Bitmek bilmedi toplantı.
  • Misafirler çoktan geldi. Mertcan “babam nerde kaldı” diyor.
  • Beklemeyin siz, başlayın, üflesin pastasını. Ben sonra telafi edeceğim söz.
  • Açılır belki yol, hiç ümit yok mu? Ne olmuş kaza mı var?
  • Kadının biri terastan atlamış.
  • Atlayacak zamanı bulmuş….

Üçüncü öykü – Geveze

  • Yol çalışması var, sizi burada bırakayım Nilgün Hanım. Sağdan ikinci bina olması gerek.
  • Tam ikide al beni, iki buçukta The Marmara’da randevum var.

Nilgün Hanım’ın günlük aktivitelerinden biriydi; çalışanlarının ve müşterilerinin doğum günü kutlamalarını, cenaze, geçmiş olsun ziyaretlerini aksatmazdı. Sekreterine takip ettirir, her sabah sorardı. Aslında insanların başına ne geldiğiyle ilgilendiği yoktu, onun için “ne iyi insan, ne kadar mütevazi” denilmesi önemliydi. Bugün çaycı Saniye’nin babası için başsağlığı  ziyaretine gelmişti. Saniye’yi hiç ihmal edemezdi, şirkette çok önemli bir rolü vardı; çalışanların ne yapıp ettiklerini, dedikoduları en iyi ondan öğrenirdi. Koyu renkli, kasvetli binaların arasından, ince topuklu ayakkabıları bozuk kaldırım taşlarına takılmasın diye seke seke yokuş yukarı çıktı. Binanın alt katındaki su satıcısı merakla kapıdan başını uzattı.

  • Kime bakmıştınız?
  • Cenaze evine geldim.
  • Dün terastan atlayan kadını diyorsunuz. Gözümüzün önünde, berberin brandasının üstüne düştü. Ölmedi.
  • Saniye Öztürk’ün babasının evi aradığım, bu binayı söylediler.
  • Haa, Halim Dayı, o ne zamandır hastaydı. Onlar bir üst sokağa taşındıydı geçen ay.

Nilgün Hanım oraya nasıl yürüyeceğini düşündü, bir sonraki randevusuna geç kalacaktı. Sekreteri ona doğru adres vermedi diye sinirlendi. Yürürken bir yandan ona telefon edip öfkesini kusacaktı. Adam konuşmaya devam ediyordu

 

  • Kadını diyorum zavallıcık. Nişanlısı diye bilirdik, bal rengi Mersedesle gelirdi sokağın başına. Adam evliymiş, boşanacağım diye kandırmış bunu, sonra yüzüstü bırakmış. Patronuymuş galiba kadının. Hiç güvenilir mi ama. Koskoca patron ne yapsın seni. İşsiz de kaldı şimdi. İşi iyiydi, sahilde Mimoza Otel’de. Ne oldu sarardınız birdenbire. Tansiyonunuz mu düştü? Bu havalar lodos, kaç gündür insana rahat vermiyor, bende de bir baş ağrısı…

Nilgün Hanım ayakkabılarının kirlenmesine aldırmadan çamurlara batarak yokuştan aşağıya doğru koşarcasına uzaklaştı oradan.

Dördüncü öykü – Psikopat

Dün terastan bir kadın atladı. Günlerdir bekliyordum atlamasını, gözüm hep ondaydı. Terasın en ucundan aşağıya bakıp duruyordu. O anı kaçırmamak için saatlerce pencerenin önünde beklemiştim ama tam da torunu bana bıraktıkları güne rastladı. Ayda bir ailecek gelirler, oğlum gelinim iki de torun. Yasak savmaca. Sanki hesap soracağım niye gelmiyorsunuz diye. Annesi sağken hizmet eden vardı tabii. Yemeğe gelirlerdi her hafta. Küçük torun tutturdu “bu gece dedemde kalayım” diye. Biliyordum derdini, evde televizyon izlettirmiyorlar, televizyon izleyecekti keyfince. Dediğim gibi oldu. Televizyonun başından ayrılmadı ama istekleri bitmedi. Kolası, cipsi sonra dondurma, çikolata. Gider gelirken kaçırdım, atlamış aşağı sonunda. Bir senedir bu sokaktayım, hiçbir vukuata rastlamadım. Daha önceki evimde karşı dairede devamlı kavga. Adam kadını döver, bağırış çağırış eksik olmazdı. Bazen komşular polis bile çağırırlardı.

Nasıl kaçırdım ah…Bu kadını izliyordum uzun zamandır. Akşamdan akşama gelir eve, terasta kedisini besler, sonra bir sigara içer, içeri girerdi. Bir haftadır bir değişiklik sezinlemiştim. Terasta daha uzun süre kalmaya aşağılara bakmaya başladı. Birkaç kez ağladığını gördüm sessiz sessiz. Hıçkırıklarını duymadım hiç ama uzun uzun sümkürürdü.

Sokağımız iki gündür çok hareketli. Gazeteciler, televizyoncular bile geldi. Kardeşi, ablam kedisini alırken terastan düştü diyormuş. Yalan. Keşke görebilseydim o anı. Berberin brandasına takılmış, durumu ciddi değilmiş. Çıkar gelir yakında. Bence yeniden deneyecek ama bu sefer kaçırmayacağım. O da atlayacağı yere dikkat eder artık herhalde; azıcık yandan atlarsa tamamdır…

Bizim Bahçe Sen de Yaz Atölyesi

Güzellik

Ebru Hocaoğlu /2020

 

Kızın tombul dudaklarına takıldı gözleri. Pembe ,güzel ve kıvrımlı. Kız gülücükler dağıtıyordu etrafa. Gülümsediğinde ışıldıyordu adeta. Her kahkaha attığında eli ağzına gidiyordu.

Bıraksa da görsem o dudakları diye düşündü. Ah bir öpsem ne tatlıdır. İçinde arzu ve utanma duyguları kabardı. Muhtemelen on dokuz yirmi yaşlarında. Saçları omuzlarına dökülmüş dalga dalga . Varlıklı bir ailenin kızı olmalı. Boynunda ipek bir fular var. Serbest büyütülmüş belli. Kahkaha atarken ki öz güveninden belli. Okul çıkışı ya şoförü gelip alacaktır yada kendi arabası vardır. Böyleleri otobüse dolmuşa binmez. Kucağında tuttuğu taşlı çantası ve manikürlü elleri ile üst sınıftanım diye haykırıyor adeta. Akşam evine gittiğinde , piyano dersi vardır. Hocası derste ,o zarif parmaklarıyla ona çalmayı öğretecektir. -Ah benim kalbimi çaldı bile çoktan- Piyano hocası dibinde oturup ,onun parfüm kokusunu içine çekecek ,belki de elini tutacak hafifçe. Elleri kadife gibi yumuşacıktır. Hiç soğuk su yüzü görmemiş ,hiç iş tutmamış  besbelli. Sonra babası fabrikasından dönecek ,annesi hizmetçilere sofrayı kurduracak .Hep beraber şık ,mumlarla süslü,beyaz örtülü masaya oturacaklar. Babası çok konuşmayacak. Ona okulu soracak iş olsun diye. O da o güzel dudakları ile cıvıl cıvıl anlatacak gününü. Belki kahkaha atacak ,kibarca elini o muhteşem ağzına kapatarak. Kapı çalacak tam o sırada. Ben gireceğim içeri. Neşeyle kalkıp boynuma atılacak. Elimi tutup masaya oturtacak beni. Hoş karşılanacağım. Karşılıklı kahvelerimizi içeceğiz. Müsaade isteyeceğim. Yine gel ,diyecek annesi samimi.

Zil çalıyor. Kapıya bakıyorum. Zil çalmaya devam ediyor ısrarla. Silkeleniyorum daldığım düşten. Bir uğultu var etrafta. Herkes dersliklere gidiyor aceleyle. Bakıyorum masaya . O çoktan gitmiş.

2020 Bizim Bahçe Sen de Yaz Atölyesi

Bahçeye Bakan Oda

                                                                        Bahçeye Bakan Oda  / Çiğdem Savran Turgay
Bahçeye bakan aydınlık penceresi, renkli kitaplarla dolu rafları,  üstündeyken canlanan, çiçek kokuları saçan elbiselerinin durduğu derin loş dolap, duvarlarda asılı çeşit çeşit resimler, afişler ile benim için bir masal alemiydi bu oda.
Evde izin almadan giremediğim tek mekandı. Annem bile kapıyı vurmadan girmezdi buraya. Beklerdi senin sesini duymak için, sen de aceleyle gizlerdin içeride uçuşan perileri, cinleri.
Sen yokken girerdim bazen gizlice, onları uyandırmaktan çekinerek, gezdirirdim ellerimi hafifçe dokunarak eşyalarının üzerinde.
 Evde olduğun zaman odandan müzik sesi gelirdi. Fısır fısır konuşurdun telefonda, sırlar paylaşırdın duymamızı istemediğin.
Aynanın karşısında saçlarını tararken seni seyrederdim. Bazen benimkilerini de tarardın da, sırf bu odada olabilmek için sesimi çıkarmazdım fırçanın canımı yakan dokunuşlarına.
Bana masallar anlatırdın, hem korkutan hem güldüren. Büyümek isterdim bir an önce, sırf senin gibi olmak için.
Vedalaşırken hava alanında sıkı sıkı sarıldın bana; “özleyeceğim seni Kido” dedin. Yürürken el ele tutuşup onunla, yüzünde hüzünden çok mutluluk vardı oysa. Ve o anda anladım ki, onu benden daha çok seviyordun.
Acaba ben de, senden daha fazla sevebilir miydim birini bir gün! Sen benim sadece ablam değil, kahramanımsın aynı zamanda.
Şimdi senin odana taşıyorum eşyalarımı. Burası benim artık. O loş dolaptaki çiçek kokuları seninle terk etti burayı. Onca cini periyi nasıl sığdırdın çantana. Biliyorum hiçbir şey eskisi gibi olmayacak artık, bu çok sevdiğim odada.
Ocak 2020/ Bizim Bahçe Sen de Yaz Atölyesi