Zeynep Braggiotti / Aralık 2019
Gözlerim kapalı…
Kulaklarımda saatin ısrarla işleyen çarkı.
Tik… Tak…Tik…Tak…
Sapsarı bir oda. Duvarları, zemini altın suyuyla yıkanmışcasına, sarı… Odanın içinde yalnız bir kadın. Onca sarılığın içinde kayboluyor.
Yanakları ıpıslak. Ağlıyor mu?
İşaret parmağım ıslanıyor, göz pınarımdan şakağıma doğru gezdirirken ellerimi.
Görebiliyor musun… Yoksa o sarılık beni de yutup yok mu etti?
Sadece bir kaç gün önceydi. Telefonun ekranında ismini gördüğümde bir kaç saniye bakmıştım öylece. Sanki karşımda duruyordun. Uzanıp sana dokunamamak gibi parmağım cevap ver tuşuna basamadı bir türlü.
Hissetmiştim olacakları belki de.
Tam alo diyecekken kapattın. Telefon susunca, içimde bir huzur; tarif edemediğim.
Israrcıydın. Bir kaç dakika sonra tekrar ismin belirdi ekranın üzerinde. Bu defa hiç bekletmedim.
Buluşmak istedin. Konuşmak istiyordun. Sana hayır demek imkansızdı bugüne dek. Çok iyi biliyordun bu yüzden de cevabımı duymadan kapattın acele acele.
Belki de duymak istemedin. Yenilen değil yenen olmaktı tüm dileğin.
Oysa o an için hiç önemi yoktu bunun. Yenen, hak eden, seven…
Zaten seven bendim, sevilen olmayı bir türlü hak edememiştim. Yensen de fark etmiyordu benim için.
Akşam söylediğin saatte kapımdaydın. Sen gelinceye kadar geçen sure zarfında yer çekimsiz bir uzay kapsülünün içindeymişim gibi hazırlandım.
Ümit mi deniyordu bu duruma? İnsan içten içten son olduğunu bilse bile kendine itiraf edemiyor. Peki… Ben edemiyorum. Hayata tutunmamı sağlayan o umudun dalını kırıp atmak istemiyorum hiç bir zaman.
Beni sevdiğini sandığım, güzel anılarla dolu olan günlerimizde hep gittiğimiz, çünkü ikimiz de burayı çok seviyoruz diye düşünürdüm hep, o küçük balıkçıya götürdün beni yine. Uzun bir aradan sonra ikimizi birlikte gören Haydar Amca bile coşkuyla karşıladı bizi. Sana baktım. Yüzünde bir neşe, bir mutlulukla selamladın Haydar Amca’ yı. Hissettim; eski günlerdeki gibiydik. Demek kaldığımız yerden devam edecektik. Umudumu terk etmediğime nasıl da sevinmiştim.
Balıklar tavaya atılmış, narlı salatamız sofraya konmuş, rakılarımız bile buzlanmıştı. Gözlerimi hiç ayırmadan seni izliyordum. Genç garsonla maçları çekiştirdin önce. Ardından telefonuna cevap verdin uzun uzun. Sonra soğuduğunu düşündüğün rakından bir yudum aldın. Ama gözlerime hiç değmedin.
İnanmak. Hayır… Aslında duymak istemedim söyleyeceklerini. O yüzden de umursamadım benimle göz göze gelmek istemeyişini.
Başladın konuşmaya, başın öne eğik. Bir halt işlemiş de annesinden gizlemek için çaba sarf eden bir çocuk gibiydin karşımda; gözleri yerde, omuzları düşük, göğüs kafesinden içine kapanmış.
Balığın kılçığı boğazıma battı. Kesik kesik acıyor. Etraf sessizleşti. Sesini değil sadece dudaklarının hareketini görüyorum. Ne dediğini anlamak için gücüm tükenik. Okuyabildiğim; BİTTİ …
Tek kelime yeter. Beklediğin halde sevdiğin birinin ölümü… BİTTİ…
Her şey normale dönüyor bir süre sonra ve ben sendeyim hala. Takılı kalmışım, hayır asılı kalmış yüreğim yüreğinin üzerinde. İsmimle seslendin. Yanı başımda, kolumdan tutarken. Masanın benim tarafımda olanlar olduğu gibi duruyor. Tabağımda BUZZ gibi bir balık, bardağımda ılınmış rakı.
Ne dediysen yaptım. Sen istedin diye sesimi çıkarmadan. Senin için süre dolmuş olacaktı ki, kolumdan tutmuş gitmek üzere bana yol veriyordun. Yine itiraz etmedim.
Kısa ve isteksiz bir hoşça kal ile uğurladın arabadan inerken.
Ben kaldırımdayken hala… Sen gaza bastın. Merak ediyorum, giderken aynadan geriye baktın mı hiç?
Kuşçular 59 Sen de Yaz Atölyesi için