“SEN DE YAZ” atölyelerimize katılan arkadaşlarımdan sadece bugüne “EMEKÇİ KADINLAR GÜNÜne özel “kadın” temalı birer kısa yazı yazmalarını rica ettim. Kimi sadece 6 dakikalık kimi de biraz daha uzun metinler gönderdiler. Noktasına, virgülüne dokunmadan paylaşıyorum. Peşleri sıra benden de bir “kadınlık hali” kısa öyküsü bulabilirsiniz… Keyifli okumalar…
HANIM! / Şebnem Tangör Köksal
Hanım hanım otur. Çok gülme!
İnsanlara öyle dik dik bakma!
Kibar ol! Bana cevap verme!
Teşekkür et! Yüksek sesle konuşma!
Yolda kırıtarak yürüme!
Sağa sola bakma! Açık saçık giyinme!
Ayıp kelimeler kullanma!.
Derslerine güzel çalış.!
Babana saygılı ol.!
Abini kızdırma! Kardeşine göz kulak ol!
Bulaşıkları yıka!
Erkeklerle içli dışlı olma!
Hemen bul birini evlen. Evinin kadını ol, çalışıp da ne yapacaksın?
Kocandır kızım o senin. Sus otur!
Doğur doğur. A bir tane yeter miymiş? Çocuklarına iyi bak. İyi anne ol, hanım kadın ol, büyüklerini say, yatakta istekli, evde cilveli, sokakta mazbut ol. Sadece kocana güzel ol!
Bir şey isteme; her şeyin var.
Saçın uzun kalsın. Paran cebinde kalsın. Sözlerin içinde kalsın.
Hayal de mi kuruyormuş, haspaya bakın! Sen kendini ne sanıyorsun eksik etek?!
Kadın dediğin benim dediğim gibi olur. Burası Türkiye !!!!!!!!!!ru
ÇÜRÜK / Ebru Hocaoğlu
– Haydi ama çıkıyoruz,dedi. Alelacele çantamı aldım. Tutsak olduğum hapishaneden kaçarak usulca çıktık . Havanın soğuğu yüzüme çarptı . İyi geldi temiz hava. Yüzümdeki çürükler gibi yüreğim de çürümeye başlamıştı bu evde. Taze çiçek kokusu bastırdı çürük kokusunu..
– Çok var mı gideceğimiz yere ?
– Yok yok geldik sayılır ,dedi.
Çam ağaçlarının arasında beliren kocaman eve baktım.
-Sığınma evi burası işte ,diyerek eflatun boyalı evi gösterdi . Kocaman bahçenin içinde ulu ağaçların ardına saklanmış.
– Yeni evin burası artık. Seni burda bulamaz korkma. Güven bana çok iyi olacaksın ,diyerek elimi tuttu. İçimde bir şeyler kıpırdandı. Korku ve umut.
– Bu yeni hayatının başlaması için güzel bir adım. Hem senin gibi pek çok kadın var burada. Yalnız değilsin. Sakın endişe etme. İyi olacak göreceksin.
Yumuşacık sesiyle avutmaya çalışıyordu beni. Elini daha da sıkı tuttum. Herşeyi geride bırakmıştım. Gözlerim doldu sarıldım ona.
– Seni arayabilir miyim ?
-Her zaman ,dedi.
ÇÜNKÜ / Ayhan Bakarslan
Çünkü hayat adil değildi. Hep kurallar hep kurallar.
Çünkü onlara uymak istemiyordum. Seni sevmiştim hâlâ seviyordum. Ama bu başkasını sevmeme engel değildi.
Çünkü ben insandım.
Çünkü insanlar için bu kadar kural çok fazla idi. Sana anlatmalıydım, anlatabilmeliydim.
Çünkü seni seviyordum. Dün de çok sevmiştim bu gün de seviyordum. Ama O’nu görünce içimde kelebekler uçuşmuştu.
Çünkü çok farklıydı, çok dingindi, çok uzaklardan gelmiş gibiydi.
Çünkü aşık olmuştum. Beni anlamayacağını bile bile yazıyorum.
Çünkü saklayamıyorum.
Çünkü saklamak istemiyorum.
Birlikte yemek yediğimiz o akşamı hatırlıyor musun? Senin o çok konuştuğun, benim ise çok sustuğum, o akşam eski arkadaşını bulmuş, coştukça coşmuştun. Benim ne çok sustuğumu fark etmemiştin bile.
Çünkü aşık olmuştum.
Çünkü konuşursam anlaşılır diye susmuştum.
O anlamamıştı. Biliyordum çünkü o da susmuştu.
Çünkü gözlerimiz birbirine her şeyi söylemişti. Bir sen anlamamıştın.
Çünkü aklına bile gelmemişti.
Çünkü güvenirdin.
Eve döndüğümüzde fark ettin bende ki suskunluğu.
“Ne oldu hoşlanmadın mı arkadaşımdan” dedin.
Çünkü aksini düşünemezdin.
Çünkü bu çok saçmaydı.
Seni üzecek de olsa sana anlatmalıydım. Hem de çok iyi anlatmalıydım. Seni kırmadan, incitmeden, aslında bana ne olduğunu anlatmalıydım. Ortada bir suç ve suçlu olmadığını anlatabilmeliydim.
Çünkü biz insanlar içindi , her türlü karmaşık duygu.
Çünkü ben anlatmazsam ben olamazdım. Biz olamazdık.
Çünkü yaşamazsam neler olacağını bilemezdim.
Çünkü duygularım mantığımdan öndeydi bu sefer.
Çünkü içimden çıkan bu beni tanımalıydım.
Çünkü sen de yeni beni görmeliydin.
Çünkü yazdım. Çünkü bil istedim.
VAJİNA / Figen Uşaklıoğlu
İnsanların içinde dosdoğru söylemeyeyim diye ‘dudu’ diye öğretti annem vajinayı. Ben de öyle bildim uzun yıllar boyu. Bu kelimeleri kullanmak pek ayıp olduğundan herhalde, hiç kimseden de farklı bir sözcük duymadım. Dudu aşağı dudu yukarı büyüdüm ilkokul 1e kadar. Sene 84. Siyah önlük zamanı. Beyaz yakam takıldı yakama, eşek kulağı kadar kurdela da kafama… Tepedeki kukuleta ne kadar büyük, çocuk okula o kadar hazır!? Okulun ilk günü… O gün neler yaşadığımı tam da hatırlamıyorum. Fakat annemden şu kısmını bolca dinledim. Balkonu yıkıyor annem akşam üzeri, eylül ayının sıcak güneşi mis gibi yıkanmıs balkon kokusu. Sokağın basından topukları kıçına vura vura kosan bir küçük Figencik. “Anneaaa anneaaa” diye bağırıyor bas bas. Boynumdaki damarlar belli oluyor te balkondan. Zor çıkıyor merdivenleri, gözler faltaşı, şaşkın, çok şaşkın. “Anne anne, valla da billaa da koymuslar, kızın adini Dudu koymuslar. Benim adim Dudu dedi!! Yemin ederim dudu dedi!” Buyrun Ayten hanim, haydi buyrun anlatın simdi kızın adına vajina konmadığını, çünkü ‘o’nun zaten dudu olmadığını. Bir daha da Dudu adında kimseyle tanışmadım, artık o kadar şaşırmam da zaten.
KADIN /Zeynep Braggiotti
Kadın var; küçük
Kadın var; güçlü
Kadın var; siyah-beyaz
Kadın var; renkli
Kadın var; isimsiz
Kadın var; sonsuz
Kadın var; ışıksız
Kadın var; aydınlık
Kadın var; amaçsız
Kadın var; maşalı
Kadın var; umutsuz
Kadın var; dünyayı yaratmış
Kadın var; hayırsız
Kadın var; yufka
Kadın var; nicesiz
Kadın var; çeşitli
Kadın var; susmuş
Kadın var; çeneli
Bir de benden içeri bir ben var; kadın.
Hepimiz bir arada dünyaya meydan okuyan.
Ekmek ve Gül /Sevim Yüce
8 Mart 1857’ de hayatını kaybeden emekçi kadınların anısına saygıyla.
Dumanlar her tarafı sarmıştı. Çaresizlik içinde çığlıklar yükseliyordu. Umutla koştular bir çıkış aradılar, evlerine giden yola ulaşmak için bir çıkış. Kapılar ise üzerlerine kapanmıştı çoktan. Habersizdiler, kapılar kilitliydi, çaresizdiler. Koştular, alevlerin arasında çaresizce çırpındılar. Her çaba sonuçsuzdu. Zaman alevlerden yanaydı. Tüm hayatlarını ilmek ilmek dokudukları o kumaşlar, ateş denizinde tutuşuyor, bedenlerini de tutuşturuyordu. Onlar ana, onlar eş, onlar kadındılar. İstedikleri insanca koşullarda çalışmak ve yaşamaktı sadece. O kapıları üzerlerine kilitleyenlerin bilemedikleri birşey vardı o gün yanan o fabrikada, kadınlar bir bakışlarıyla dünyayı özgürleştirirlerdi.
Adı Annem/ Esin Uzluer
Anneannemin sıcak bedenine yapışarak kolları arasında uyumak istediğimde bilirdi ki, bizim şarkımızı
söyleme zamanı. “Anneni mi özledin sen bakayım” der anlamadığım bir dilden de olsa, sesindeki
yumuşak melodi ile okşardı beni.
Annemin elini saçlarımda hissettiğimde, anneannemin sesindeki etki gibi, huzur ve sevginin kolları
beni rüyalarıma uğurlardı.
Sabah kahvaltıları çok özeldi. Zeytinin kabuğu soyulurdu yiyebileyim diye. Soyulan zeytinin kabuğu
değildi aslında özenin ve sevginin ifadesiydi.
Alınan bir topun, bir bebeğin değeri çok büyüktü, değerliydi oyuncaklarım. Bayramları giyilen yeni
elbise ve ayakkabılarımın bir ifadesi vardı, anlam katardı bayramlara. Adı bayramdı. Sevinçti. Evin
içinde sıcak bir telaş muhabbet ve hazırlıktı ziyaretlere.
Anneannemi, babaannemi, dedemleri, teyzemleri, kuzenlerimi görmekti. Onlarla oynamaktı. Bayram
şekerleri, bayram çikolataları, özenle hazırlanmış bayram yemekleri ve ceplere mendille konulan
harçlıklardı. Neşe getirirdi bayramlar.
Babam anneme “sen evimin direği, hayatımın aşkısın derdi” her zaman. Annemin gözlerinin içine
baktığında, kendi gözleri parlardı. Büyüdükçe anladım. Annem evin direği olurken ikinin birliğini.
Bugün bayram. Sevgiyi verenler, şimdi sevgiyi verdikleri yerdeler. Kızım” annecim seni çok seviyorum”
dediğinde anlıyorum ki, bizde verdiğimiz yerdeyiz.
Sevgi köprülerini kuran sabrın, hoşgörünün, birliğin, iletişimin, anlayışın, niyetlerin gerçekliğini
yakından bilerek büyütürken, bize bilgi okyanusunun derinliğini gösteren, aşkla dalanlardandır
Annem. Kucağında bana yol veren, duygunun adıdır Annem.
KADINIM / Elzi Kalma
Kahraman Anadolu kadınına ne oldu, ya onların doğurduğu nesiller nerede… O bilgiye aç o ülkesine Ata’sına bağlı kadın nerede? Ya o şık alımlı zarif kültürlü sanatçı meslek sahibi hürriyet aşığı Cumhuriyet kadınları nerede,.. Altın bir nesil yok oldu gitti
Dişil enerjisini kaybetmiş uzlaşmacı kimliğini unutmuş, analık şefkat sağduyu vicdan gibi kadınca duyguları yok olmuş artık kendi de şiddetten beslenen kin ve nefret saçan, sevgisiz büyümüş, ayrıştırılmış KADIN
Tatmin edilmemiş, taciz görmüş, çocukluğuyla da genç kızlığıyla da küs kendini dahi sevememenin baskısı altında hareket eden KADIN
Geleceğimiz çocuklarımızı nasıl yetiştirirler anne olarak ya da öğretmen olarak,.sevgiyi etiği erdemi vicdanı nasıl öğretebilir?
Çocuk tacizcilerine göz yumacak kadar,
KADINI insan mertebesine çıkaran Atatürk ‘ü baş tacı edeceğine iki kuruş ya da makam uğruna, harcayacak söylemleri dile getirebilecek kadar Çocukların ve gençlerin eğitimlerinin dolayısıyla da geleceklerinin göz göre göre yok edildiğine seyirci kalacak kadar
KADINDAN tahrik olduğu için nefsini kontrol edeceğine kadını kapatan zihniyete din deyip geçecek kadar susturmak için bağıran haklı çıkmak için döven sözde namusu ya da öğretilmeyen dini için
KADINI öldürecek kadar gözü dönmüşleri koca diye evlat diye bağrına basacak kadar hayatındaki tek amacı kendini bir kocaya sunmaktan ileri gidemeyecek kadar sığ kızlık zarına hayatındaki en önemli ve en kutsal sanacak kadar zavallılaştırılmış hamile çocuklara göz yuman hacı hoca takımına hala güvenebilecek kadar kendini sindirmiş ve erkeksi bir iktidar açlığına teslim olacak kadar kendini indirgemiş körleşmiş bu KADIN MODELİ tüm terör örgütlerinden daha tehlikeli değil midir?
Türkiye’nin hatta tüm İslam âleminin en büyük çıkmazı KADINA BİÇİLEN ROL VE O KADININ KABULU değil midir?
KADIN gerçek anlamda eğitilmedikçe, beynine atılan formatı bozmadıkça, görünmez kelepçelerini kopartmadıkça, gözlerini dünyaya açmadıkça, yapıştırılmış ve kurgulanmış kimlikleri öze dönmedikçe, bilinç gözleri erkek egemen toplum tarafından açılmadıkça dünyaya sahici bir barış asla gelmeyecektir
Peki, biz ahkâm kesen sözde aydın kadınlar yazıp çizmekten facebook silahşörü olmaktan öte ne yapıyoruz?
Elimizde pankartlarla her gün yeni bir gündemle yürümek için ne bekliyoruz?
Bir toplum KADIN YOLUYLA KAZANILABİLİR M,K ATATÜRK
ANNENİN ÇIĞLIĞI Müge Çakır
Sizin hiç oğlunuz öldü mü?
Ben bugün oğlumu toprağa verdim.
Ağır ağır yağan yağmurun altında, yavaş yavaş girdi oğlum toprağın altına…
Neden sırılsıklamsın kıymetlim?
Neden koruyamadım seni?
Neden izin verdim?
Neden oğlum?
Neden annem?
Neden bebeğim?
Hani söz vermiştin,
Hani “bırakmam sizi, korkmayın” demiştin?
Neden gözümün nuru?
Neden nefesim?
Ahh en güzel hediyemdin sen benim,
Seni kucağıma aldığım gün, sanki bugün;
Mis kokun, minik pembecik dudaklarının yuttuğu ilk süt damlası…
Şeftali kokan tel tel sarı saçların…
İlk adımın, an-ne deyişin..
Sanki hepsi bugün…
Ama ben seni bugün toprağa verdim?
NEDENNN?
Ne güzel çocuktun sen annem, ne masum, ne asildi ruhun,
Ruhumun bir parçasını görürdüm sende ve her görüşümde yeniden aşık olurdum ilahi güce,
Neden annem? Neden gittin? Neden SEN?
Yokluğun ölüm!
Yılların hastanelerde geçti, hiç ümidini kaybetmedin, bir kere “Anne korkuyorum” demedin.
Tutardım elini göndermezdim, Peki neden vermedin?
NEDENNNN????
Neden sen annem?
“Dayan” diyorlar, “güçlü ol” diyorlar,
“Bu da bir öğretin, dersin senin” diyorlar,
“Cennette seni bekliyor oğlun” diyorlar,
“Bir gün buluşacaksınız” diyorlar…
-İnandığım bütün doğrulardan vazgeçiyorum bugün,
Bütün inançlarımı terk ediyorum-
Neden bugün değil de, bir gün?
Neden dünyada değil de, cennette?
Neden ödül değil de, ders?
Neden bakıyorsunuz bana?
Kaçırmayın gözlerinizi?
SİZİN-hiç-OĞLUNUZ ÖLDÜ MÜ?
BEN BUGÜN OĞLUMU TOPRAĞA VERDİM.
Hayat / Ebru Özçağıran
Hem kadındır, hem erkek.Hem siyahtır, hem beyaz. Hem gecedir, hem gündüz.
Hem soğuktur, hem sıcak.Hem nefrettir,hem aşk.Hem kaybetmektir, hem kazanç.Hem güçtür, hem zayıflık. Hem savaştır, hem barış. Hem açlıktır hem tokluk.Hem kaçmaktır, hem kovalamak. Hayat zıttıyla hissedilir,yaşanır. Zıt gibi görünen her şey birbirini bütünler. Hayat bütündür. Önemli olan zıtlıkların dengesidir. Denge bozulduğunda insan olmak, dengeye çalışmak, üretmek, destek olmaktır diğer yarıyı. Aksi durumda kaybeden erkek de değildir, kadın da…
Kaybeden sadece hayattır…
AYNA /Işıl Ertunç
Otuzunu yeni geçtiğini inkar eden ellerinin buruşukluğu muydu sadece? Ya yüzü… Ya bütün gün güneşin altında toprağa can vermeye çalışırken kararan, kırışan cansız teni…
Henüz birkaç saat önce topraktan çıkmış avucuna bir parça kına çaldı. Sonra kabalaşmış tırnaklarının tek süsü olacak yeşil çamura iyice bandı parmak uçlarını.
Kınan uğurlu ola, uğurlu, bereketli ola, dedi Döne’nin sırmalı kırmızılar giyinmiş kızına...
Ufacık odaya doluşmuş konu komşu el çırparak tezahürat yapmaya başladılar. Bir an önce Emine’nin bağlamasını almasını, sonra da o dillere destan yanık sesiyle bildiği bütün kına türkülerini çığırmasını istiyorlardı. Çok sürmedi bekleyiş. Konukların gözleri doldu, oyalı mendiller göğüslerden çıktı. Gelin de anası da hıçkırıklara boğuldular. Sonra kasetçalardan göbek havaları çalınmaya başlayınca bütün kızlar gelinin etrafını sardı.
Emine’nin gözü bir ara gelinin etrafında oynayan kendi kızlarına ilişti. En büyüğü on üçünü geçmişti bile. Gelinin yerinde onu görür gibi oldu… Hayır, hayır, dedi içinden, onların o tabureye oturmasına daha çok var. Üçü de okuyacak.
Hasan söz vermişti. Ne pahasına olursa olsun okuyacaklardı.
İçi ürperdi. O da okumak için yanıp tutuşmamış mıydı bir zamanlar. Yedi kız kardeşin ortancasıydı Hem de en zekileri… Okulun kitaplığından taşıdığı kitapları bıkmadan, bir daha bir daha okurdu. En çok da şiir. Büyük büyük laflar ederdi sonra. Anlamazdı kimse. Yazdığını da bilmezlerdi. Kimse anlamamıştı onu..
Orta sondaydı kara sevdaya düştüğünde…
Anası babasına söz geçiremediğinde.
Emine Hasan’ a kaçtığında.
Doğup büyüdüğü köye sırt çevirdiğinde.
Ne düğün görmüştü Emine, ne kına, ne çeyiz. Bir tek Hasan bir tek kitaplar.
Hüzünlenmişti yine. İkindi okunmadan kalktı. Bana müsaade komşular, dedi. İşim var evde. Döne kapıya kadar geldi peşi sıra. Kızları salmayacağım bilesin. Gülsüm’e yarenlik edecek onlar bu gece. Hasan’a da deyiver, ses etmesin.
İtiraz etmedi Emine. Yarın okul yoktu. Döksünler kurtlarını diye düşündü. İki adımda üç gözlü evine vardı. Sabah, ezanda kalkmış, koyunları otlamaya götürmüştü. Güneş ortalığı ısıtmadan tarlaya su vermiş, sonra da ev halkının karnını doyurmuştu. Komşuda kına var diye ortalığı öylece bırakmış, ocağa yemek bile koymamıştı. Olsundu, nasılsa Hasan da işten dönerken düğün evinin erkeklerine biraz takılır öyle gelirdi bu akşam.
Hasan’ı! …Sevdası hep artan, hiç eksilmeyen Hasan’ı.
Hızlıca topladı evi. Sonra koynundan yaprakları aşınmış ufacık defterini çıkarttı. Oturdu masanın başına. Ruhundan kopup gelen dizeleri itinayla döküverdi sararmış sayfalara. Kendi kendine okudu yazdıklarını ve tekrar yerine gizledi sırdaşını. Hiç istemezdi ne kızların ne de Hasan’ın görmesini, istemezdi onlara alay konusu olmayı…
Akşam olmak üzereydi. Kalktı, perdeleri çekti. Mutfağa doğru giderken güneşin son ışıkları duvardaki aynadan Emine’ ye göz kırptılar. Şu kenarı kırık cam parçasının önünden kim bilir günde kaç kez geçiyordu da dönüp bakmıyordu bir kez.
Bu kez bakacak oldu.
Allı yemenisi gevşemiş bilek kalınlığı örgüleri görünüyordu. Bir anda çıkartıp attı başındaki örtüyü bir çırpıda çözdü.
Kömür karası bukleler özgür kaldı. Nasırlı parmaklar dolaştı aralarında.
Okşarcasına…
Aynadaki görüntü şekil değiştirdi.
Emine kadın olduğunu bildi
Yatak odasına koştu, üst üste dizilmiş pamuk şiltelerin altına daldırdı elini, aradı, buldu onu. Kasabaya gittiklerinde yerde bulup gizlice torbasına atmıştı. Aynanın karşısına geçti yeniden. Kurumuş çatlak dudaklarını önce tükürüğüyle ıslattı sonra acemice boyadı.
Aynadaki kadın kocaman kocaman güldü. Şimdi gözleri daha yeşil, daha parlak, daha güzel, daha hayat doluydu.
Sevdi bu hayat dolu kadını Emine, çok sevdi. Göz kırptı kadın ona. Tam zamanı, bak kızlar da yok, ne bekliyorsun, yak hamamı, dedi sonra.
Yüreğinde bir kuş kanat çırpmaya başladı Emine’nin. Bu kez yatıştırmadı onu Emine. Bıraktı çırpsın hızlı, daha hızlı, daha hızlı…
Az sonra küçücük evi saran neşeli bir türkü hamamdan gelen odun çıtırtılarına karışacaktı…