Ayşegül Gezgin Şubat 2020
Birinci öykü- Meraklı
Yokuş aşağı dalgın dalgın yürüyordu. Ayaklarının dibinden birisinin seslendiğini duydu. “Burcuu kızım”. Eğildi, önce mama ve su kapları ile etrafındaki kedileri, onların arkasında parmaklıklı pencerede Havva Abla’nın başını gördü.
- Kızım geçmiş olsun.
- Sağol Havva abla
- Dizimden çıkamıyorum ki bir yere. Nasıl oldu ablan, hastaneden çıkmış dediler.
- Daha iyi.
- Daha iyi olsun güzel yavrum. Her gün hatırımı sormadan geçmezdi buradan. Kedilerimi mamasız, beni de sigarasız bırakmazdı. Güzelin bahtı olmazmış. Nasıl kandırmış nişanlısı, evliymiş meğer, öyle mi? Bunalıma girdi atladı diyorlar.
- Herkes bir şey uyduruyor, ne biçim insanlar bunlar. Ablam kediyi içeri almaya çalışırken başı dönmüş, düşmüş.
- Allah’ın sevgili kuluymuş yine de bak. Ya berberin brandasına denk gelmeseymiş, yavrum benim. Bir kurban kesin artık, sadakası olsun.
- Tamam Havva abla, derse geç kalıyorum, görüşürüz.
- Git kızım geç kalma. Allah zihin açıklığı versin.
Burcu elinin tersiyle gözünün yaşını kuruladı, adımlarını hızlandırdı.
İkinci öykü – Umursamaz
- Kapatmışlar yolu, sağa sola kaçamıyorum, kaldım burada.
- Sana daha önce çık demiştim ama.
- Elimde sanki. Bitmek bilmedi toplantı.
- Misafirler çoktan geldi. Mertcan “babam nerde kaldı” diyor.
- Beklemeyin siz, başlayın, üflesin pastasını. Ben sonra telafi edeceğim söz.
- Açılır belki yol, hiç ümit yok mu? Ne olmuş kaza mı var?
- Kadının biri terastan atlamış.
- Atlayacak zamanı bulmuş….
Üçüncü öykü – Geveze
- Yol çalışması var, sizi burada bırakayım Nilgün Hanım. Sağdan ikinci bina olması gerek.
- Tam ikide al beni, iki buçukta The Marmara’da randevum var.
Nilgün Hanım’ın günlük aktivitelerinden biriydi; çalışanlarının ve müşterilerinin doğum günü kutlamalarını, cenaze, geçmiş olsun ziyaretlerini aksatmazdı. Sekreterine takip ettirir, her sabah sorardı. Aslında insanların başına ne geldiğiyle ilgilendiği yoktu, onun için “ne iyi insan, ne kadar mütevazi” denilmesi önemliydi. Bugün çaycı Saniye’nin babası için başsağlığı ziyaretine gelmişti. Saniye’yi hiç ihmal edemezdi, şirkette çok önemli bir rolü vardı; çalışanların ne yapıp ettiklerini, dedikoduları en iyi ondan öğrenirdi. Koyu renkli, kasvetli binaların arasından, ince topuklu ayakkabıları bozuk kaldırım taşlarına takılmasın diye seke seke yokuş yukarı çıktı. Binanın alt katındaki su satıcısı merakla kapıdan başını uzattı.
- Kime bakmıştınız?
- Cenaze evine geldim.
- Dün terastan atlayan kadını diyorsunuz. Gözümüzün önünde, berberin brandasının üstüne düştü. Ölmedi.
- Saniye Öztürk’ün babasının evi aradığım, bu binayı söylediler.
- Haa, Halim Dayı, o ne zamandır hastaydı. Onlar bir üst sokağa taşındıydı geçen ay.
Nilgün Hanım oraya nasıl yürüyeceğini düşündü, bir sonraki randevusuna geç kalacaktı. Sekreteri ona doğru adres vermedi diye sinirlendi. Yürürken bir yandan ona telefon edip öfkesini kusacaktı. Adam konuşmaya devam ediyordu
- Kadını diyorum zavallıcık. Nişanlısı diye bilirdik, bal rengi Mersedesle gelirdi sokağın başına. Adam evliymiş, boşanacağım diye kandırmış bunu, sonra yüzüstü bırakmış. Patronuymuş galiba kadının. Hiç güvenilir mi ama. Koskoca patron ne yapsın seni. İşsiz de kaldı şimdi. İşi iyiydi, sahilde Mimoza Otel’de. Ne oldu sarardınız birdenbire. Tansiyonunuz mu düştü? Bu havalar lodos, kaç gündür insana rahat vermiyor, bende de bir baş ağrısı…
Nilgün Hanım ayakkabılarının kirlenmesine aldırmadan çamurlara batarak yokuştan aşağıya doğru koşarcasına uzaklaştı oradan.
Dördüncü öykü – Psikopat
Dün terastan bir kadın atladı. Günlerdir bekliyordum atlamasını, gözüm hep ondaydı. Terasın en ucundan aşağıya bakıp duruyordu. O anı kaçırmamak için saatlerce pencerenin önünde beklemiştim ama tam da torunu bana bıraktıkları güne rastladı. Ayda bir ailecek gelirler, oğlum gelinim iki de torun. Yasak savmaca. Sanki hesap soracağım niye gelmiyorsunuz diye. Annesi sağken hizmet eden vardı tabii. Yemeğe gelirlerdi her hafta. Küçük torun tutturdu “bu gece dedemde kalayım” diye. Biliyordum derdini, evde televizyon izlettirmiyorlar, televizyon izleyecekti keyfince. Dediğim gibi oldu. Televizyonun başından ayrılmadı ama istekleri bitmedi. Kolası, cipsi sonra dondurma, çikolata. Gider gelirken kaçırdım, atlamış aşağı sonunda. Bir senedir bu sokaktayım, hiçbir vukuata rastlamadım. Daha önceki evimde karşı dairede devamlı kavga. Adam kadını döver, bağırış çağırış eksik olmazdı. Bazen komşular polis bile çağırırlardı.
Nasıl kaçırdım ah…Bu kadını izliyordum uzun zamandır. Akşamdan akşama gelir eve, terasta kedisini besler, sonra bir sigara içer, içeri girerdi. Bir haftadır bir değişiklik sezinlemiştim. Terasta daha uzun süre kalmaya aşağılara bakmaya başladı. Birkaç kez ağladığını gördüm sessiz sessiz. Hıçkırıklarını duymadım hiç ama uzun uzun sümkürürdü.
Sokağımız iki gündür çok hareketli. Gazeteciler, televizyoncular bile geldi. Kardeşi, ablam kedisini alırken terastan düştü diyormuş. Yalan. Keşke görebilseydim o anı. Berberin brandasına takılmış, durumu ciddi değilmiş. Çıkar gelir yakında. Bence yeniden deneyecek ama bu sefer kaçırmayacağım. O da atlayacağı yere dikkat eder artık herhalde; azıcık yandan atlarsa tamamdır…