Arşivden
Söylesem mi yoksa söylemesem mi?
Konuşsam mı yoksa yazsam mı?
Paylaşsam mı yoksa paylaşmasam mı?
Dur, sonunda olacakları düşün!
Her şey bir “alo” ya da klavyenin minicik “gönder” tuşuna bağlı. Bıçak sırtı gibi keskin bir duygu içindeyim. Ya batacak, ya çıkacağım.
Duyduklarım kolayca unutulacak şeyler değil. İçimdeki öfke, “Evet tıkla gitsin, damarlarına zorla zerk edilmiş olan zehri sen de akıt, akıttıkça için arınsın.” Diyor. Tam parmaklarım kararını vermiş tuşlara dokunacakken, “Bu seni aşar, dur bir kez daha düşün olabilecekleri!” diyorum kendi kendime, susturmaya çalışıyorum öfkemin sesini, endişemin sesiyle.Birden, her işe burnunu sokan zihnimi devreden çıkartıp, duygularıma kapılıyor,”gönder” tuşuna hızlıca, kararımdan dönmemek üzere basıyorum.
Ama o da ne “ Bağlantı yok! Tekrar dene!”
“Al sana sanal ortamdan bile uyarı aldım. Şimdi ben ne yapacağım? Tam da kararımı vermişken… Sakin olmalıyım, belki böylesi daha iyi.”
Bir kahve pişiriyorum kendime şöyle okkalısından, sade, koyu mu koyu. Yanında bir parça çikolata yok bu defa. Acı içmek istiyorum onu belki içimde kaynamakta olan acıyı bastırır ümidiyle. İsteksizce fincanı ters çevirip aslında bakmayı bilemediğim bir fala bağlıyorum umudumu. Sanki fincanın içinde kuruyan telveler bana söyleyecekler ne yapmam gerektiğini. Sonuçta suçu fala mı atacağım? Ama ya şu an bildiklerim. Onlara ne olacak…
Tıkla! Tıklama!
Ahh! Bu ikilem yok mu…
“Yok, yok bence en iyisi karar vermeyi erteleyip mutfağa dönme zamanı. Una su katıp, gözyaşlarımla mayalarsam, belki o zaman yok ederim içimdeki ikilemi.”