Işıl Ertunç 2019 Ocak
Şehirlerarası nakliye kamyonu mobilyaları yükleyip gideli saatler oldu.
Koskoca evde fırtına öncesi sessizliği ve ben, baş başayız.
Üst kata çıkan merdivenin son basamağında oturuyorum. Gözlerimi iki hafta öncesine kadar kutsal bildiğim odanın kapısında. Kaç saattir buradayım bilmiyorum. İki hafta önce kilitlediğim kapının anahtarı avucumun içini yakıyor. Ama çaresiz bu kapı açılacak. İçerdeki cesetle yüzleşilecek.
Aniden içimdeki sessizliği bozuyorum. Avaz avazım şimdi.
“ Sen, sen bir katilsin Harun! Şimdi kork benden. Sana gün yüzü göstermeyeceğim.”
Çığlığım evin boş duvarlarında yankılanıyor, cesaret olarak geri geliyor. Kalkıyorum, anahtarı kilide sokarken derin bir soluk alıyorum ve kapı açılıyor..
Dağınık odada dağılmış hayatıma bakıyorum. Tanıyor muyum bu hayatı… Yok ben yabancısıyım bu hayatın.
Mel’un bir koku var içeride. İhanet kokusu. Pencereyi açmadan komodinin üzerinde duran sahipsiz sigara paketine uzanıyorum. Derin bir nefes… Bir daha, bir daha…
Ciğerlerim alev alıyor.
Öksürüyorum. Boğulurcasına.
Direniyorum. Boğulmuyorum.
Çok oldu oysa bırakalı. Tıpkı çok sevdiğim işimi bıraktığım gibi. Yıllar önce, hala bir çocuk sahibi olma umutlarımız yok olmamışken. Umutlar yok olurken aşkımız güçlenmişti. Beraberdik ya gerisi boştu.
Boşmuş.
“Herşey boşmuş be Harun”
Sigaranın dumanı o mel’un kokuyu silemedi. Camları açsam… Çıkar belki.… Çıkmasın, çıkmasın ki gevşemeyeyim. Çıkmasın ki bombamın pimi iyice gerilsin, gerilsin. Görev tamamlansın.
“ Sadece üç ay, üç kere otuz, doksan gün be Harun.”
Erkek milletini yalnız bırakmaya gelmez kızım, diye açmıştı telefonu yönetici kadın. Sesi kulağımda.
İhaneti görmüş.
Duymuş.
İspatlamış.
Yeni taktırdığı güvenlik kameraları da şahit olmuş.
Yıllar sonraydı. Yeni bir proje için işe dönecektim. Önce mızmızlanmış sonra o da kabul etmişti kısa sürecek bu ayrılığı. Proje alanı Suriye sınırında, uzak bir köydeydi. Ben sahadan ayrılamıyordum ama o geliyordu hafta sonları. Hem de ne geliş.
“ Sen Harun! Sen değil miydin her geldiğinde o çocukları hediyelere boğan. Sen değil miydin beni o çorak yerde çiçeklerle canlandıran? Meğer sen bizi öldürmekle meşgulmüşsün. Haberim olmamış. Bu ceset öyle kolay kolay gömülmeyecek Harun!
Dolap kapaklarını çekmeceleri açıyorum. Bir an evvel olsun bitsin bu iş. Dayanamıyorum.
“Boşanmayacakmışsın. Bak sen! Sanki ben seni öyle kolay kolay boşadım da… Bu yaptığını yanına mı bırakacağım acaba? Dur sen dur, gözüm üstünde Harun!”
Valizleri bir bir dolduruyorum yere yığdığım pahalı giysileriyle. Hepsi marka; kaşmir kazaklar, ipek gömlekler, flanel ceketler. Sıra kravatlara, kol düğmesi ve beyefendinin saat koleksiyonuna geliyor. Düğünümüzde takılan saat durmuş. Acı acı gülümsüyor kutusundan. Tozlanmış camı. Siliyorum gözyaşlarımla. Sonra o da bir çantanın dibini boyluyor diğerleri gibi.
Kimse bilmiyordu bir sorunumuz –sorunu olduğunu. Yaşanması gitgide zorlaşan bu dünyaya geleceği belirsiz, mutsuz bir çocuk getirmemeye karar verdik, demiştik. Söz birliği yapmıştık. Söz vermiştik bir yastıkta…
Yastıkları alıp fırlatıyorum. Duvara çarpıyorlar. Duvar sessiz. Duvar utanç içinde.
Bu oda, bu yatak, bu perdeler, hepsi ihanetinden utanç duyuyor. Hele aynalar…
“ Ya sen! Sen hala aynaya bakabiliyor musun Harun. O aynadaki kim, sen misin?”
“Her gece bir başka alem var sizin evde, gel evine kocana sahip çık kızım.” Demişti yönetici kadın. Harun Bey oğlumun, başka başka hatunlarla geldiğini görünce Salih Efendi’yi çağırdım, sordum. Meğer o da işin farkındaymış. Kulağı ağırdır ama dili pek gevşektir, bilirsin. Yarın öbür gün millet yazlıktan dönünce duymayan kalmaz olan biteni. Senin gibi güzeller güzeli, yumuşacık bir karısı olsun da… İnsan inanamıyor vallahi. Yapacaksın bir kaçamak, git otel, motel neresiyse…”
Çok düşündüm, acaba sadece bir kez olsaydı, bir kez ucuz bir otel odasında bu kadar yanar mıydı içim. Yanardı da, belki söndürebilirdik yangınımızı alevler bacayı sarmadan. Birlikte
Sonra devam etmişti,“Bir sabah arkadaşın İnci’nin kocasını da gördüm de sizden çıkarken. İnan gözlerime inanamadım.”
Kulaklarıma inanamamıştım.
İnci’nin kocası; İnci’nin, canım arkadaşımın… Ne yapacağım, nasıl söyleyeceğim? Yok, söyleyemem. Şimdi değil. Şimdi hiç zamanı değil. İnci kızını üniversiteye yerleştirmeye gitmişti Kanada’ya. Hem Ender Harun’dan hadiseyi duyar duymaz yanlarına uçtu… Şimdi sessiz olmalı. Hiç sırası değil. Önce kendi çöplüğümü temizlemeliyim. Sonra, sonra elbet onun da hesabı görülür.
Yerimde duramıyorum. Geliyorum, diyen fırtına geldi çattı. Son valizi de hızla kapatıyorum. Sıra bunları layık olduğu yere götürmekte. Hadi bakalım Harun Bey, güle güle!
Taksi şoförü sorgulayan bakışlarına cevap alamayacağını çabucak anladı. Valizleri aşağı indirdi, bagaja yerleştirdi. Uzun bir yolculuğa çıkacağımı sanmış olmalıydı…
Son anda mutfağa dönüyorum. Karton, flomaster ve yapışkan bant. İşte ihtiyacım olan son bir iki şey.
Saatler sonra o seçkin sitemizin sokağından geçenlerin göreceği şu üç beş valiz ve birkaç çanta olacak. Bir de bu afiş…