
2012/ İstanbul’u yazıyorum arşivimden
Cebimde Haydarpaşa Garı’ndan Ankara’ya yapılacak son tren seferinin bileti. Karaköy’den bindiğim şehir hatları vapuru yeni. Eskilerine benzetilmiş.
Kış güneşinin sıcacık davetine uyarak açıkta oturuyorum. İnce belli bardakta gelen tavşankanı çayıma eşlikçi simidimi martılarla paylaşarak kısacık yolculuğumun tadını çıkartıyorum. Mendireğe girerken vapurun arka tarafına geçiyorum. Eskisi gibi pervanelerin suda bıraktığı köpüklü yolu izliyorum. Aniden yanımda beliren kırmızı paltolu beş altı yaşlarında küçük bir kız çocuğu, heyecanla sesleniyor,
-Anne, baba! Bakın, balıklar yine çamaşır yıkıyorlar.
Ses hiç de yabancı değil. Bir anda gözden kaybolan kızı tanıyor gibiyim.
İskeleye yanaşırken, son yangında aldığı yaraları henüz sarılmamış, belki de hiç sarılmayacak tarihi gar bütün heybetiyle karşıma çıkıyor. Vapur sayısız Türk Filmi’nin çekildiği o merdivenlerin önüne yanaşıyor. Kalabalık bir basın ordusu şimdiden garı istila etmiş bile. Sırtlarında kameralar, ellerinde mikrofonlar. Durdurabildikleri genç, yaşlı herkesi anlamsız sorularıyla meşgul ediyorlar.
-Hızlı tren için yapılan bu değişikliği nasıl buluyorsunuz?
-Sizce şehirlerarası seferler söylendiği gibi rayların onarımı için mi kaldırılıyor?
-Kardeş, gardan artık sadece banliyö trenleri kalkacakmış, bu konuda bir şey söylemek ister misin?
-Hızlı tren için yapılan bu değişikliği nasıl buluyorsunuz?
-Teyzeciğim, Haydarpaşa Garı yıkılıp otel olursa iyi olur mu?
-Amcacığım, sen bundan sonra memlekete trenle gidemeyeceksin. Ne diyorsun bu duruma?
– Buraya yedi yıldızlı otel yapılacakmış. Sizin bu konudaki fikrinizi alabilir miyiz?
-Sizce hızlı tren yararlı olacak mı?
Garın geleceğinden gerçekten endişe eden kalabalık bir grup protestocunun ve sadece merakından garı doldurmuş insan güruhunun arasından güçlükle sıyrılıp,
Aynalı bekleme salonunda biraz soluklanıyorum. Salonun işlemelerle süslü duvarında Atatürk’ün demiryollarının önemini vurgulayan özlü sözleri asılı. Kaybolmasından endişe ettiğim birçok şey var bu binada. Tıpkı bu yaldızlı çerçeve gibi. Gözüme çarpanları bir bir fotoğraf makineme hapsederken içim cız ediyor.
Çocukluğumdan kalan Ankara seyahatlerimin anılarına hürmeten yapacağım bu veda yolculuğuna daha dolu dolu iki saatim var. Niyetim gar binasının her köşesini bir kez daha görmek.Yarın burada sadece banliyö yolcularının aceleci ayak sesleri duyulacak. Bugün garı doldurmuş yüzlerce insana son kez hizmet eden yaşlı büfeci yarın emekli olacak. Nostaljik berberin camındaki tabelada yarın “kapalı” yazacak.
Gar Lokantası’nda kahve içeceğim son kez. Kadıköy’ü görebildiğim kocaman pencerelerden birinin önünde, güneşin iyice ısıtmış olduğu bir masaya yerleşiyorum. Denizin lacivertiyle martıların beyazını kıskanmış basit ekose masa örtüsüne dokunuyor, duvarları kaplayan çinileri, içinde kim bilir ne yaşanmışlıkların olduğu fotoğrafları seyrediyorum. Oldum olası gar ve liman lokantaları ilgimi çeker. Hızla değişen hayatımızda durağan bir yere sahip olan bu mekanların, sık yenilenmeyen menüleri, eskiye sahip çıkan dekorasyonlarıyla, anılarımıza hiç ihanet etmediklerini hissederim.
Düşüncelere dalmış kahvemi yudumlarken kırmızı paltolu kızla göz göze geliyoruz. Dudaklarında tanıdık bir gülümseme. Yakınımdaki bir masada anne ve babasıyla birlikte. Resim yapıyor sessizce. Yanlarından geçerken göz ucuyla bakıyorum resme. Kırmızı bir tren. Penceresinde bir kız el sallıyor.
Emektar garsonu bir daha görür müyüm bilmem. Cebine yılların bahşişini bırakıp hemen yandaki tuvalete yöneliyorum. Kapı girişine konuşlanmış temizlikçi kadın elini beline atarak önümü kesiyor.
-Hop, hoop, para peşin!
Sesi de kendi de nemrut. Belli, o da yakında tamamen işsiz kalacağının öfkesini böyle gösteriyor. Yine de bu halini hiç sevmiyorum. Çantamdaki bozukluklardan çıkartıp kutusuna atıyorum. Geçerken lokantanın camlı kapısından içeriye bakıyorum. Küçük kızın oturduğu masa boş.
Peronların önü şimdi ana baba günü. Kimi Anadolu’dan gelecek son treni bekliyor, kimi de getirdiği yolcusunu vagonlara yerleştirmek için acele ediyor. Bu kalabalıktan istifade simitçi, sucu, gazeteci ve diğer işportacılar bağıra çağıra sağa sola koşuşturmakta. Hepsi bu günden payına düşeni alma derdinde. Bir grup işsiz güçsüz takımı da bavullarını taşımakta zorlananlardan kopartacakları bahşişin peşinde.
Ankara Ekspresi yıkanmış, paklanmış, son seferi için kalkış saatini bekliyor. Saçlarını bu yollarda ağartmış makinistler gibi o da emekliliğine hazır. Ne yazık ki onun emekli ikramiyesi, ya Doğu’da bir yerlere sürgün, ya da bir traş makinesine jilet olmaktan öteye geçmeyecek.
Kompartımanımı ararken onu görüyorum. Cam kenarına oturmuş. Resim defterinden başını kaldırmıyor. Sessizce yanaşıyorum. Resimde yine bir tren var. Bir de tonton mu tonton, şişman mı şişman ellerini göbeğinin üzerine yaslamış bir adama doğru kollarını açarak koşan küçük bir kız çocuğu. Geldiğim gibi sessiz ayrılıyorum yanından.
Tren kondüktörün uzun uzun çaldığı düdükle hareket edince yerimden kalkıp eskisi gibi pencereden dışarıya sarkıyorum. Garda kalan tanımadığım bütün insanlara el sallıyorum. Lacivert, kırmızı boyalı vagonlar yaşlı teyzeler misali iki yana yalpalaya yalpalaya ilerlerken İstanbul’dan ayrılışımızı buğulu gözlerle izliyorum.
Yol boyu camdan dışarıya bakıyorum. Gördüklerim, görmek istediklerim değil. Yemyeşil tarlalar arasından göz kırpan minicik köyler, gürül gürül akan ırmaklar, güler yüzlü insanlar, koyunlar keçiler eskimiş anılarımda kalmışlar.
En taze anımsa Pamukova İstasyonu’na girerken yüreğimi dağlıyor. İlk hızlı tren seferi. Tam burada yaşanan o elim kaza. Hayatını o vagonda kaybeden arkadaşım ve geride bıraktığı ailesi beliriyor gözümün önünde. Yaşlar istemsizce yüzümü yıkıyor. Minik bir el gözyaşlarımı silmeye çalışıyor. Kırmızı paltolu kız. Üzüntümün soğuttuğu yüreğime bir sıcaklık yayılıyor. Bu kez bırakmak istemiyorum. Ona doğru uzanıyorum. Gitmiş.
Tren yoluna devam ederken vagonlar sallanan birer beşik.
Uykum geliyor.
Uyuyorum.
Uyanıyorum.
Ankara karlar altında.
Garda bekleyenim yok anılarımdan başka.
Telaşla toparlanmaya çalışırken, çantam açılıyor.İçindekiler yere saçılıyor; resim defterim, boya kalemlerim.

