Çengelköy

Bu görselin boş bir alt özelliği var; dosya ismi: cengelkoy.jpg

 “Burgazada’ya Niyet Çengelköy’e Kısmet!”

Olsun…

Her ne kadar İstanbul’u Yazıyorum grubumuzun mayıs ayı gezi rotası aylar öncesinden Burgazada’yı göstermiş olsa da doğa habersizce kendi takvimine 24 Mayıs 2013’ü “Şiddetli lodos fırtınası” olarak kaydetmiş bile.

Bir gece öncesine kadar,  Sait Faik’in anılarıyla dolu evini, adanın  mor salkımlı sokaklarını ve ünlü vişneli milföyünü hayal eden, ne yağmura, ne kara, ne de kavurucu sıcağa pes etmeyen biz İstanbul yazıcıları bu defa güneybatıdan esen o sert rüzgara yenik düşmüştük.

Olsun…

B Planımız hemen devreye giriverdi ve rotayı Çengelköy’e çevirdik. Oysa, ne Tarihi Çınaraltı Kahvesi’nin hafta sonu yorgunu garsonları, ne de tarihi Çengelköy simit fırını geleceğimizden haberdardı.

Olsun…

Yine de gelsin tavşan kanı çaylar, yağlı sokak poğaçaları, gevrek simitler. Oturduğumuz masaya eklenen bir masa , derken bir daha, bir daha. Kalabalıkla edilen neşeli ama sade bir kahvaltı. Ardından bize kucak açan daracık ama şirin Çengelköy Sokakları. Evlerin çoğu henüz üzerini değiştirmeye fırsat bulamamış, yıllanmış bir pavyon şarkıcısı gibi çırılçıplak ortada kalıvermiş. Üzerlerini değişebilenlerse oldukça kıymete binmiş, el değiştirmiş, sınıf atlamışlar.

Olsun…

Sokak desem değil, çıkmaz desem o da değil, olsa olsa bir aralığın adı olacaktı “Meserret”. Çalılarla kaplı bir bahçe duvarına öylesine iliştirilmişti bu tabelacık.  Erken karar vermişim. Meğer neredeyse bir mahalleyi çepeçevre dolanan upuzun bir sokağın, dahası bir de kocaman apartmanın adıymış “Meserret”.  Herhalde anlı şanlı bir kadınmış bu Meserret hanım. Adı gibi mutlu mesut muydu acaba? Yoksa hayata küskün dertli bir hatun mu?

Bir köşede mahalle berberi, diğerinde küçük bir bakkal, bir sokakta kunduracı, diğerinde eski elektrikli aletler tamircisi. Mahalle olur da evden eve gerilen iplere asılan çamaşırlar, camlardan sarkan meraklı başlar, fısır fısır  dedikodular olmaz mı?

Olsuuun…

Çengelköy’de bunların hepsi var.

Ancak semtin sokaklarını birbirimizden ayrı gezmemize ve buluşma noktası belirlememiş olmamıza rağmen bizi mıknatıs gibi kendine çeken, yok yooook, adeta kollarını açmış bekleyen bir mekan var ki. İnanılmaz. Birkaç titrek fırça darbesiyle “Hurma 6” yazılmış bir de ağaç resmedilmiş tabelasına. Kapı önünde bu küçücük kahveye davet çıkartan mavi tahta sandalyeler, daveti geri çevirmeyip başını kapıdan uzatanlara sunulan huzurlu bir ortam. İç içe geçmiş, mini minnacık odacıklar. Araya sıkışmış bir mutfak köşesi. Antikacı dükkanını aratmayan objelerle süslenmiş raflar, duvarlar. Eskicilerden toplanıp yenilenmiş mobilyalar. İnsanda oturup yazma isteği uyandıran rahat koltuklar. Okumak isteyene kitaplar. Beni anneannemin evine girmişim gibi hissettiren daha bir çok şey. Sohbeti koyu yazar bir baba ve sanatçı çocukları. Niğde gazozu. Türk kahvesi. Nefis ev yemekleri.

Daha ne olsun…

Kalemler defterler çıkmış Çengelköy kalemlerimizin ucunda. Zeki Müren’in eşsiz sesi duyuluyor duvarda asılı duran çocukluğumun radyosundan. 

“O ağacın altını şimdi anıyor musun?”

Düşünüyorum; acaba o ağaç Çengelköy’ün asırlık çınar ağacı olabilir mi?

Olsuun…

24 Mayıs 2013 Çengelköy

Reklam