Günaydın,
Masallar diyerek başladım dün güne. Sevgili Judith Liberman ve sevgili Yeşim Cimcoz; hayatıma sihirli elleriyle dokunan iki dost. ” Bir kapı kapanır, bir kapı açılır” projeleri instagramda. Sadece on üç gün. Sabah sabah ikisinin sohbetini dinleyerek güne başlamak bana nasıl iyi geldi bilemezsiniz. Birden kendimi yıllar öncesinde “Yazı Evi’nde” Judith’i dinlerken buldum. “Trik trak trik trak trik trak trik trak…” Masalları böyle başlardı Judith’in. Unutur muyum. Hele bir de “keçi boku” masalı vardı ki…
Dün masalı dinledikten sonra bir de yazma alıştırması geldi. Cümle sarsıcıydı. Hemen yazamadım. Bir süre bekledikten sonra ancak kafamda uyananları dökebildim ama nereye ancak bilgisayarıma, zira bileğimdeki acılı durum uzun süredir devam ediyor ve telefondan uzun bir metin yazmam mümkün değil. Mailime yazdığım metni sözüm ona copy paste ile instagrama yerleştireceğim. Olmadı oysa bu konuda deneyimlerim vardı. Olamadı. Sonra bir gayret bileğini sararsın ve koyulursun yorumlara yeniden yazmaya. Acüllükten olmalı metnin ortasında enter tuşuna basarsın. Sonra düzenleyemez devam edersin. Okuyan anlamasa da olur ben yazdım ya der geçersin öteye.
Dün sevgili pazartesi yazı dostlarımızla birlikteydik yine. Diyalog öykülerdi konumuz. Leyla Erbil’in kafa karıştıran “Clinton Gadson” adlı öyküsünü örnek vermiştim. Öykü o kadar zorlayıcıydı ki… Deli bunu yazan dedirtti bir çoğumuza. Deli değildi sevgili yazarımız ama kim deli kim kime göre normal diye soran ustalardan biriydi. Çalıştık. Yazdık. Yeni yazma konusunu not ettik ve ayrıldık.
Dün başladığım yeni kitabım, Han Kang’ın “Çocuk Geliyor” adlı romanı. Bu yıl “Vejetaryen” ile tanımıştım yazarı. Sarsıcı, deprem gibi bir konuydu. Duyumlarım bu romanının daha da çarpıcı olduğu yönünde. İlk 50 sayfayı yutarak okudum. Bakalım, göreceğiz.
Sevgiyle kalın.