Doktor dayım vardı. Aslında annemin dayısıydı. Doktorluk yaptığını ben hiç görmedim. Eskidenmiş. Askeriyede göz doktoruymuş. Ankara’da yaşardı. Ne çok severdim. Ama ne çok da korkardım ondan. Yani bana bir şey yapmasından korkmazdım da bir şey soracak da doğru cevap veremeyeceğim diye korkardım. Bir keresinde hiç unutmuyorum daha ortaokula yeni başlamıştım sanırım. Alman Lisesi’ne gidiyorum; üç beş kelime Almanca öğrenmişim henüz. Doktor dayım da Almanca’yı iyi bilirdi. İstanbul’a ziyarete gelmişlerdi. Daha sokak kapısında karşılar karşılamaz bana Almanca bir şeyler sorar hemen cevabını isterdi. Aslında çok muzip, eğlenceli biriydi ama ağzından argo eksik olmazdı. Askerlikten kalma derdi. Ne diyordum. Bir keresinde birine kızmış olmalı. “ Ne olacak, Hure” diyerek içeri girmişti. Sonra da bana, bakma öyle yüzüme Hure ne demek sen bilirsin demişti. Ben saf saf daha biz o kelimeyi öğrenmedik deyince bu başlamaz mı kahkahalarla gülmeye. O güldükçe top gibi yusyuvarlak göbeği aşağı yukarı hoplamaz mı… Kızım sözlük ne güne duruyor git sözlüğe bak, demez mi? Baktım bakmasına da gelip cevap veremiyorum bir türlü, çünkü “Hure” Türkçe “orospu” demek. Kızardım bozardım, yerin dibine geçtim. O devirde ağzıma o kelimeyi almaktansa , bilmiyorum demek daha kolay geldi; odamda kayboldum. Kurnaz tilki çok geçmeden derdimi anlamıştı. Birazdan yanıma geldi; Bak kızım dedi, yeni bir dil öğreniyorsun, bunun argosu da olacak ayıp bulduğun kelimeleri de. Sana azıcık takılmak istedim, sınav yapmadım ki. Yabancı okula gidiyorsun şu utangaçlıktan artık kurtulman lazım. Oysa utangaçlıktan kurtulmam için daha uzun yıllar geçecekti. Evet, doktor rahmetli dayımız enteresan bir adamdı. Anılarımızla daha çok altı dakikalar yazılır.