Sessiz, sessiz ağlıyor, gözyaşlarımla yabancı bir yatağın tertemiz çarşafını ıslatıp duruyordum. Ne yatak çarşafı ne de başka şey umurumdaydı, sadece hıçkırıklarımın duyulmasını istemediğimden pikeyi başımın üzerinden iyice çekmiş örtünün altında adeta kaybolmuştum.. Bacaklarımı kendime toplamış, tesbih böceği misali ufacık olmuştum. Büyük müydüm ki? Yok canım… Altı,yedi yaşında bir kız çocuğu ne kadar büyük olabilir ki? Hele hele korkmuş biri hiç büyük olabilir mi? Korku insanı isterse ufalayıp minicik yapabilir. Ama korktuğunu birilerine söylemek daha da alçaltıcı, sanki utanç verici bir şeydi. Ağlaya ağlaya sonunda yorgun düşüp daldığım uykumdan sıçrayarak uyandığımda halam, eniştem, kuzenimi başımda buldum. İçimi çeke çeke halamın kollarına atlayıp, “Annemi, istiyorum, babamı istiyorum, halacığım, nooolur yarın fabrikadan babamı ara, gelsin beni alsın” diye ağladığımı ve üç günlük tatil için geldiğim halamın evinden apar topar eve dönüşümü hiç unutamam, bir de buna sebep olan şeyi. Halam ve eniştem kuzenimle beni o gece yazlık sinemaya götürmüşlerdi. Baş aktör Charlton Heston’un yüzü rol icabı cüzzamlı gibi yaralıydı ve sanırım bu beni çok korkutmuştu. Yıllar geçti gitti ama bu olay aile toplantılarımızda her zaman neşeli bir konu olarak yerini aldı ve hiç unutulmadı.