4Haziran 2016
Saçlarımın rengarenk hali kalmadı bu aralar. Oysa taşındığımızdan beridir idare etmişti mavili yeşilli morlu renkleri. İlk zamanlar sık sık aynaya bakar kendimi bu işe nasıl cesaret ettiğim hakkında sorgulardım. Sonra öyle bir kanıksadım ki sokakta, hastanede, pazarda önümde durup yüzüme nasıl desem ki galiba beğeniyle bakanları şaşkınlıkla karşılar oldum. Yüzümde bir şey mi var diyordum. Saçlarınız, ay çok hoşmuş, ay ben de yapsam, ne güzel , ne yakışmış ve benzeri iltifatlar. Derken bir de baktım ki saçlarımın rengi iyiden iyiye atmış ve o güzelim renkler gidivermiş. Şimdi yeni formüllerle birazcık olsun onları geri getirmeye uğraşıyorum. Aslında buralarda aynaya bakmaya bile sıra gelmiyor bazen. Galiba bakacak öyle çok şey var ki etrafta; bakıp ilgilenmek gereken, önceliğimizi alan. Mesela çiçekler, mesela yeni yeni boy veren domates, kabak , patlıcan ve biberlerimiz, mesela aylardır onca emekle yeşerttiğimiz yoncalarımız. Yoncalarımız deyince galiba kendimizle ilgilenmekten çok onlarla ilgileniyoruz. Tam da boylandılar artık günde bir kez sularız derken onlara musallat olan ve bahçemizi yer yer karartan kelebekler canımızı sıkıyor şu ara. Ne de güzeller aslında. Düşünsenize bahçenizde uçuşan onlarca kelebek. Meğer yoncamızın baş düşmanıymışlar. Yaaa, işte böyle olunca saçlarımın rengi ikinci plana düştü. Ama yılmayacağım, her fırsatta renklendirmeye çalışacağım onları aynı günlük hayatım gibi.