Maya

 

1Temmuz 2013  Gümüşlük Akademi

Nihayet tamamlayabildiğim kitabımın son düzeltmelerinin başındayım ama rahat çalışmak ne mümkün. Mutfak penceresi ile perdenin arasında vız vız bir arı. Ne içeri ne dışarı,durmadan kafamı ütülüyor. Şu arı korkumu bir türlü yenemedim ya. Oysa çocuklarım küçükken börtü böcekten kaçmamaları için kahramanca davranışlar sergiler, üstelik yalandan öğütler verirdim. Hele yaz günlerinde arılar kahvaltımızın kokusunu alıp soframıza üşüşünce, kahvaltı masamız savaş alanına dönmesin diye:

Bak kızım,  Arı Maya bize misafir gelmiş. Yanında annesini babasını da getirmiş.Hani çizgi filmde o çok sevdiğin arıcık  var ya, işte o. Sen onun filmini seyrediyorsun diye o da sen görmeye gelmiş. Birazdan başka çocukları ziyarete gidecekler. Şimdi bizim masamızda neler var  kokluyor, tadına bakıyorlar.  Onlara iyi davranır, korkutmazsak bize bir şeycik yapmazlar?”  Demek zorunda kalırdım. Ben bunları söylerken zihnim çocukluğuma döner, babamın bize benzer ders verdiği günlerden birinde tesadüf bu ya kocaman bir arının babamın dilini sokup şişirmesini hemen hatırlatırdı.

Ay mübareğin sesi bile yetiyor dikattimi dağıtmaya.

“Anneciğim, maya, mayaya bakıyor musun?”

“Hıııı evet gördüm canım Arı Maya”,  diyorum hızla mutfağa dalan kızıma, gözümü ekrandan kaldırmadan.

“Anne, ekmeğin mayalanmış taşıyor baksana şuna. Hem sen ne diyorsun …  Arı mı?  Nereden çıktı şimdi Arı Maya? Aklın karışmış galiba, az daha bakmazsan her yer hamur olacak.”

“Off! Bak şu arının ettiğine tepemde vız vız öttükçe kafa mı kaldı bende, yazımı bitireceğim diye mayaladığım hamuru unutmuşum. Geliyorum, dur şu bilgisayarı kapatayım.”

Mayam tutmuş, iyice şişmiş, üstelik üzerine örtmüş olduğum nemli keten peçeteyi ite ite dışarılara taşmış. Ekşimsi kokusu mutfağı kaplamış. Neyse hamurun üzerini iyice unlamıştım da en azından peçeteye yapışmamış. Eh etrafa yayılanları temizleyeceğim artık.

Önce şu fırını ısıtayım da o arada hamuru toparlarım artık.

Sizi bilmem ama, bizim eve hazır ekmek girmeyeli uzun zaman oldu. Son yıllarda sağlıklı ve doğal besleneceğiz diye köy köy gezip alışveriş ederken önümüze konan gerçek köy ekmeğinin tadına bir kez varınca baktım olmayacak, elbet İstanbul’da da geleneksel ekmeğimizi pişiren fırınlar vardır diye araştırmaya başladım. Aman efendim meğer pek safmışım. Değil İstanbul millet memleketi araştırmış da koca yurdumda bu işi ticaret olarak yapan üç beş fırıncıdan başkasını bulamamış ki ben bulayım. Neredeyse her köşede açılan koca koca süslü püslü fırınlarda rafları süsleyen şekil şekil, çeşit çeşit ekmeklerin çoğu da markalı ekmeklerden farklı değilmiş. Bizler koşarak tüketirken ömrümüzü, paramızın  satın aldığı yapay tatların esiri olmuşuz meğer.

Neyse hamuru bir kez daha yoğurup pişireceğim kaba yerleştirdim, fırın da iyice ısındı. Şu içi su dolu çelik kabı fırının dibine yerleştireyim de buharıyla ekmeğimi nemlendirsin. Eveet, fırının saatini de ayarladım, artık ekmeğim pişmeye hazır. Ekmeğim pişerken benim yarın için hazırlıklarımı tamamlamam lazım. Malum yarın erkenden ekmek atölyemiz var. Önce yarınki katılımcılar için “ön maya” hazırlamalıyım. Sonra unları tartıp ayırmalı, suyu,tuzu,balı herşeyi ölçüp bir kenara koymalıyım. Ekmek yapımı ile ilgili yazdığım notların çıktısını almalı, en sonunda da çalışma masamızı yerleştirmeliyim. Doğrusu yarınki katılımcılar bayağı şanslılar.  Taze ev ekmeği ile köyden gelen ballı kaymaklı doğal yumurtalı bir kahvaltı bekliyor onları. Giderken kendi pişirdikleri ekmekleri de alıp gidecekler. Bakalım bundan sonra hazır ekmek almak isterler mi?Kim ne derse desin, artık nereye gidersek gidelim çantamızda ekmeğimizle gider olduk. “Ukala” mı dedi birisi, yoksa bana mı öyle geldi?

İlk zamanlar pek kolay olmadı tabii. Bir kere un ve suyu buluşturup kendi ekşi mayamı yaratmak, sonra onu bebek gibi özenle beslemek, büyütmek. Ekmek yapmadan bir gün önce birazını alıp azıcık su biraz unla bir  “ön maya” hazırlamak. Ön mayayı bir  gece bekletip  ertesi gün ekmeklik unla beraber…… Aaaa yok artık siz benim ağzımdan laf alıp kısa yoldan geleneksel ekmek yapmanın sırlarını öğrenmeye çalışıyorsunuz galiba. Yok öyle yağma. Hem zaten bu iş o kadar kolay olsaydı, fırıncılar da geleneklerinden vazgeçmezlerdi, değil mi? Söz açılmışken,ekmeğimin lezzetini kullandığım una borçluyum diyeceğim de kızdırmaktan korkuyorum sizi. Ne yapayım ki öyle. Yurdum insanının saklayıp çoğalttığı ata tohumları var hala bir yerlerde. Ve çok şükür ki hala onları öğüten taş ya da su değirmenleri de bulunabiliyor. İşte o unlardan yapılan ekmeklerin de tadı başka oluyor haliyle. Daha fazla bilgi vermeyeceğim ama bir küçük sır verebilirim. Bu unlar ilaçlanmadan  yetişen buğdaylardan çekildiğinden pek sabırsızdırlar, beklemeyi sevmez çabucak böcekleniverirler. Bez torbalarda serin yerlerde saklanıp kısa sürede ekmeğe kavuşmak isterler. Niye mi, tabii ki diğerleri gibi ilaçlanmadıkları için.

Saat de çaldı işte. Herşey yolunda, şunun altına vurup bir de sesini kontrol edeyim.”Eveeet, tok tok tok” Ekmeğim pişmiş.

Yarınki atölye için de her şeyi hazır olduğuna göre artık bir fincan kahveyi hak ettim galiba.

“Vıızz,vızzz, vıızzz!”  Şu pencereyi iyice açayım da sen de özgür kal ben de. Ne kadar inatçıymış şu arı. Bir türlü mutfağımdan gitmek istemiyor. Üstelik başkaları da geldi taze ekmeğimin üzerine kondular. Yoksa sen gerçek  “Arı Maya” mısın?

“Anneeee,ucundan kopartabilir miyim?”

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s