ÇORBA
Haziran 2015
Hava hiç soğuk değil. Yine de onu özledim; kavrulurken evimin her köşesine yayılan kokusunu özledim. Bu öyle bir kokudur ki, burun deliklerimle temas ettiği andan itibaren bütün duyularımı esir alır. Heyecanlanırım. Önce şehriyenin, sonra unun pembeleşirken et suyuyla buluşmasını, ağır ağır kaynayıp kremamsı bir hale gelmesini beklerken saniyeleri sayarım. Bir an önce kıvamını almalı ki, tereyağını ekleyip çorbamı taçlandırayım. Biraz tuz, biraz da karabiber. Ooooh! Miss… Şölen kaşığın dudaklarıma değmesiyle başlar; çorbanın ağzımın içini doldurmasıyla boğazımdan aşağıya ılık ılık akması bir olur. Tutabilsem ağzımda, tadına doya doya varabilsem, keşke. Damağım da dilim de mutlu olsa midem kadar. Kaşık kaşığı kovalarken, boğazımda bir rahatlama, içimde bir gevşeme başlar. Zihnim taa gerilere, kayınvalidemin un çorbası pişirmeyi öğrettiği günlere gider.
Sevgiyle anarım onu.
Sonra kâselerimiz boşalır, kocamla bakışırız. Birer tabak daha içsek mi?