IŞIL ERTUNÇ/ OCAK 2015
Üç kelimeden yola çıkılan kısa yazı denemesi
Arnavut kaldırımlı daracık sokak beyaz badanalı evlerin arasından kıvrıla kıvrıla sahile iniyordu. Yokuşun tepesinden bakıldığında ilk görülen sokağın renkleriydi. Beyaz fonu süsleyen morla mavi her tonundan ahşap panjurlar, mor salkımlar, kırmızı küpe çiçekleri, pembe sardunyalar, yer yer evciklerin kıyısında can bulmuş beyaz papatyalar. Sokak henüz uyanmamış. Rengârenk paspasların üzerinde sere serpe yatan uyuşuk kedilere tatlı bir mayıs sabahının ılık güneşi vuruyor.
Çok değil az sonra güneş sokağı da kedicikleri ısıtmaya, uyanın demeye başlayacak. Kediler umursamasa da, sokağın insanları birer birer uyanacak. Önce panjurlar açılacak, sonra tüller çekilecek. Pencerelerden başlar uzanacak. Evlerin arasından görünen gökyüzünden hava yoklanacak. Derken sokağı kızarmış ekmek kokusu sarmaya başlayacak. Beyaz badanalı evlerin insanları kahvaltı sofralarında buluşacak.
Nihayet kapılar açılacak, çalışanlar işe çocuklar okula uğurlanacak. Miskin kediler ges ges gerinecek, rahatlarını bozmayacaklar. Ancak kimini yumuşak bir tekme kimini sevgi dolu bir kucaklayış kaldıracak yerinden. Yolcu edilen, deniz aşırı gidiyorsa eğer, ardından dökülen bir maşrapa sudan nasibini alacak kimisi de.
Evlerden çıkanların ayak sesleri köşeyi dönünce küçük çocuklarla kadınlar hakim olacak sokağa
-Komşular huuuu ! Sabah kahvesi bende bugün, diye seslenecek Fatma, parmaklıklarının arasını yelken beziyle kapattığı balkonundan. Bir bebek ağlayacak çişli yatağında. Kediler “miyavvv” diye cevap verecek.
İşte o saatlerde iki yanında beyaz badanalı evlerin bulunduğu o sokağa mis gibi kahve kokusu yayılacak. Cezvelerin biri kalkacak, biri oturacak. Sokağın kadınları ev işine gömülmeden önceki kaçamak saatlerini baş başa geçirecek. Yemeklerden çok önce dedikodu kazanı kaynayacak.
-Huuu, komşular ! Salıyorum cezveyi ona göre.
-Gülteeen, kahveye Fatma’ya gidiyoruz. Selma’ya da seslen, hadi.
-Selmaaa, Fatma kahveye bekliyormuş, Ayten Abla’ya ses ediversene.
-Ayten Ablacığım, sabah kahvesi Fatma’daymış bugün, bir zahmet Neriman Teyze’yi de alıver gelirken.
Arnavut kaldırımlı daracık sokağın kadınları bir bir kapılarından çıktılar. Geldiler, Fatma’nın parmaklıklarının arasını yelken beziyle kapattığı şirin balkonuna yerleştiler. Bakır cezvede pişti kahve kimi sade kimi şekerli. Melâmin tepsi üzerinde porselen fincanlar, hepsi allı güllü desenli.
-Yeni taşınanları gördünüz mü? Gurbetçiymişler diyorlar.
-Ben sadece kadını gördüm, karnı burnundaydı, bir iki kadın daha girip çıkıyordu eve taşınırlarken. Hepsini de başları örtülüydü. Bir sürü de çocuk.
-Yardıma gelmiş eş dosttur herhalde.
-Ben de gördüm ama daha hatırlarını soramadım. Pek sıkılgan birilerine benziyorlar.
-Ben görmedim ama bizim Hatice görmüş, onun da dediğine göre pek kalabalıklarmış.
-Sahi mi, neyin nesi kimin fesiymişler acaba?
-Alamancıymış bunlar, kesin dönüş yapmışlar.
-Aslen Rizelilermiş diye duydum.
-Kimden duydun kız?
-Bakkal Arif’den canım. Evden gelen giden çocukları sayamadım daha diyor.
– Bu kadar çocuk yapmış, daha gebe miymiş kadın, tövbe tövbeee…
-Moderen memleketten geliyorlar da kontrol neyin bilmezler mi bunlar. Ben bile gelinden biliyorum; çeşit çeşit usulü varmış bu işin artık.
-Vah vah! Kadıncağız pek gencecik, ne zaman yapmış bu kadar çocuğu?
-Bunlar böyledir ablacığım, oğlanı bulana kadar zar atarlar. Rastlarsa ne alâ, rastlamazsa Muallâ.
-Ondan sonra da karıları genç yaşta hastalıklı olur üst üste doğurmaktan.
-Adam ne iş yapar nasıl geçindirir ki bunları…
-Niye dönmüşler acaba… Şimdi bunlar memleketlerine de gitmez mesken tutarlar buraları.
-İyice bir tanımalı.
-Çocukları tembihlemeli de biz iyice bir tanıyana kadar arkadaşlık kurmasınlar bari.
-Bırakın Allah aşkına şunları, tasası bize mi düştü?
-Evet, evet. Hanımlar fincanlara işaret koymayı unutmayın. Sonra fallar birbirine karışıyor.
-Çok komiksin kız Gülten.
-Öyle deme Selma, geçen hafta sen yoktun, benim fincanla Neriman Teyze’ninki karışıvermişti işte.
-Nasıl bildiniz ayol…
-Fallardan bildik canım, fallardan.
-Bir yaşıma daha girdim kız.
-Öyle değil mi Neriman Teyzeciğim, sana falda koca çıkmadı mıydı geçen hafta.
-Sorma Selmacığım, aynen. Bu yaşımda. Üzerime iyilik sağlık. Cevdet Bey Amcan duymasın yavrum. Ben hani azıcık yol görünüyor mu diye kapattıydım fincanı. Şöyle kaplıcalara doğru…
-Yaaa, işte benim fincanda çıktı o kaplıcalar. Şöyle sıcak suları olan havuzlu mavuzlu bir yerlere gidecekmişim.
-İyi madem, kollayın fincanlarınızı.
-Fatma, hadi yavrum başla istersen fallara da öğle okunmadan evimize dönelim.
-Tamam, Ayten Ablacığım. Sahi ayrılmadan bir gün ayarlayalım da şu yeni gelenlere hoş geldine gidelim. Ne de olsa yüz yüze bakacağız değil mi?
Allı, güllü porselen fincanlar açıldı, içlerindeki gizli âlem ortaya saçıldı.
Fatma’nın parmaklıklarının arasını yelken beziyle kapattığı balkonu bir anda boşaldı. Beyaz badanalı renkli panjurlu evlerin kapıları bir açıldı, bir kapandı.
Henüz kimse sokağa yeni taşınan Güllü’nün üç karı üstüne kuma geldiğini, karnındaki oğlan olmazsa üzerine bir tane daha geleceğini bilmiyordu.
Güneş Arnavut kaldırımlı sokağın tam tepesine geldi oturdu. Kediler gölge arar oldu.
Az sonra pencerelerden bezler silkelenecek, kapı önlerine kovayla sular dökülecek, kedilere pısst denecek, saksılar sulanacak. Tereyağlı ekmekler okuldan dönen çocukları bekleyecek. Beyaz badanalı evlerde beş çayı demlenecek. Televizyonlar açılacak. Dizilere bakılacak.
Git gide, gölgeler büyüyecek, Arnavut kaldırımlı sokağa köfte, kızartma, musakka, sarma kokuları hakim olacak. Bu daracık, kıvrıla kıvrıla sahile inen sokaktan geçenler hangi yemek hangi evde pişti bilemeyecek. Gökyüzü pembeden mora dönerken, pencerelerin tülleri örtülecek. Işıklar açılacak. Sofralar kurulacak. Çalışanlar kapıda karşılanacak. Çocuklar gelenlere terlik uzatacak. Kediler paspaslardaki yerlerini alacak.
Beyaz badanalı evler ve aralarından kıvrıla kıvrıla sahile inen Arnavut kaldırımlı daracık sokak günün ilk ışıklarına dek uykuya yatacak . Sokaktaki hayatların üzerini beyaz incilerle süslü lacivert bir yorgan örtecek.