3.12.2014
Güz rüzgârıyla savruluyor yapraklar. Sarı, kırmızı, boz. Leylekler göçeli hayli oldu. Hasret bitiyor, yalnızlığıma kavuşmam yakın. Yalnızlık, sessizlik. Ben onları özlerim. Yaşlıyım elbet ondandır kalabalıktan kaçmam. Sıkılmam hiç. Penceremin aralığından ısrarla odama izinsiz dalan poyraz arkadaşımdır. Sevdiceğimdir. Soğuktur, serttir, kabadır ama ondan vazgeçemem. Ben unutsam o unutturmaz anılarımı.
Anılarıma sarınırım sıkıca. Üşümem hiç.
Mustafendi’nin keyfi yerinde. Koştura koştura geliyor. Bu telaşına bakılırsa Pamuş Hanım kurtulmuş. Bana geliyorsa kesin kızları olmuştur. Bir çeyiz sandığı yapayım istemişti Pamuş Hanım. İçine kız doğmuştu bu kez. Sakız ağacından oymalı olsun, demişti. Gelenekleridir, bilirim; kız kundakta çeyiz sandıkta.
– Gözün aydın Mustafendi, muradınıza ermişsinizdir anlaşılan. Hayırlı, uğurlu olsun evladınız. Bereketiyle gelmiş olsun.
– Çok şükür, Dimitri, çok şükür. Eyleme beni de de bakayım, hazır mı, Kadriye’min sandığı. Pamuş’um dört gözle bekler.
-Hazir olmaya hazir da; biraz ağır oldu mübarek… Taşıması güç olacaktır. Pirinç kulplar getirdi Yorgo Usta. Takacayim iki yanına. Az beklesen.
– Haydi bre, sallanma o zaman. Çarşı pazar beni bekler. Hele ben şerbetlikleri alayım, sen bitir şu işi. Beraberce götürüverelim bizim eve.
Kadriye büyüyor, emeklemeye başladı… Pamuş Hanım’ın eli boş durmuyor, işliyor, dikiyor. Hazırladığı her şeyi bin bir duayla kucağıma teslim ediyor.
Kadriye genç kız… Yatak takımları, masa örtüleri, ipek gecelikler, oyalı yemeniler, işli mendiller dizi dizi… Hepsi hazır. Lavanta kokarlar mis gibi.
Kadriye güzel mi güzel. İsmail sevdalı Kadriye’ye.
Pamuş Hanım ile Mustafendi mutlu mesut olsun diye dualar ederek gelin verdiler kızlarını İsmail’e. Tüccardı İsmail. Para tutardı eli.
Mutluluk; keşke dualar yetseydi hep mutlu olmaya, keşke…
Oysa acı dolu kara günler hemen yanı başımızda beklemekteydi. Tarih kalemini eline almış, kara kaplı defterinin sayfalarını bu kez kana bulamaya hazırlanıyordu. Harbin ayak sesleri uzaktan uzağa duyulmaya başladığında mutlu günlerimiz çoktan geride kalmıştı.
Kadriye iki kızının ardından Pamuş Hanım’ı toprağa verdiğinde acıların en büyüğünü yaşadığını sanıyordu. Yanılıyordu.
Endişe ve acı dolu günler birbiri üzerine geliyor, Kadriye’nin gözünde yaş kurumuyordu. Babasını kaybettiğinde artık biri karnında, üç erkek çocuk anasıydı. Savaş iyice yaklaşmıştı. İsmail, Kadriye’nin sevdiceği, evimizin eri karşı kıyıda görevde. Kadriye’nin gözü yollarda.
Ağustos sıcağında bir Selânik akşamı.
Selânik huzursuz.
Huzursuz gün batımı kızıllıkları.
Biliyorlar gibi az sonra olacakları.
Az sonra yine kızaracak gökyüzü. Gün batımının yerini zalim, vicdansız alevler alacak.
Yangın!
Yangın yutmaya geliyor Selânik’i. Yangını haber edeyim diye İhsan oğlum, Kadriye’nin en büyüğü, öyle bir kapaklandı ki yere, kalkamadı bir süre, korkudan kekeme oldu o anda.
Ben Dimitri, Rum, Müslüman bilmem. Keser biçer mobilya yapar giydiririm evlerini. Osmanlı yeniliyor haberi dolaşıyor Selânik’te. Göç, göç olacak fısıltılarıysa kulaktan kulağa yayılıyor. Ne zaman, nereye, meçhul… Ah, komşularım, ah can yoldaşlarım, ne yapacayız, nereye olacak bu göç? Ben, Dimitri, Ben nasıl ayrılacayım sizden? Nasıl nasıl?
Yangın, yağma, talan başladı bile. Göç artık tepemizde bangır bangır bağırıyor. “Haydi, durmayın, toplanın yola koyulun, artık doğduğunuz, büyüdüğünüz, ana vatanım dediğiniz bu topraklar sizin değil.”
İsmail haber salmıştı öte kıyıdan. “Acele edin, bir gemi kalkıyor buradan; Kaptan Kostakis, yolcusu Anadolu’yu yıllardır vatanı bilmiş Rumlar. Onlar inecek, siz bineceksiniz. Karşılayacağım sizi. Acele edin, toparlanın. Sakın gereksiz yük almayın yanınıza. Rabbim sizi de bizi de geride kalanları da korusun.”
O gece Kadriye gözünde oluk oluk akan yaşlar kucağımda ne var ne yok yere döküverdi. Ne kolalı yatak takımlarını, kenar süslü peşkirleri, ne de ipek çamaşırlarını yanına alabilirdi. Anacığının göz nuru çeyizini öpe koklaya bir gün kavuşma umuduyla sedirin altına sakladı, en gerekli, en hayati ihtiyaçlarını ve zor günler için sakladığı erzakı bana emanet etti.
Şanslıydık; vefakar Dimitri Usta’nın oğlu Niko bir yaylı at arabasıyla yardımımıza koştu. ; Araba bulamayan halkın çoğu yayan yollara revan olmuştu.
Yol kalabalık.
Yolcu arkasında koskoca bir yangın yeri dağılmış hayatlar bıramış.
Yol uzun, yol zahmetli…
Yolcu yolun sonunu bilmiyor.
Yol açlık, yol hastalık… Yol ölüm.
Göç acı.
Kıyıya ulaşabilen uykusuz gözler ufka kilitlenmiş bir gemi bekler.
Nihayet günler sonra o gemi gemi tonlarca ağırlığın altında yamulmuş ahlaya oflaya limana vardığında, meçhul geleceğine hazır bekleyenlerin umut çığlıklarıyla karşılandı. Karşı kıyıdan gelebilenlerin bizden pek farkı yoktu. Onlar da eşlerinden, ailelerinden, komşularından kopartılıp meçhul geleceklerine gönderilmişlerdi. Filikalar hızla boşalmış aynı hızla yeniden dolmuştu. Bize sıra gelip de gemiye binene kadar çok ama çok acı göç öyküleri dinledik. Anılarımda yer eden en acılarıysa bu uzun deniz yolculuğuna dayanamayan zavallıcıkların öyküleriydi Onların mezarı Ege’nin derinlikleri olmuştu. Adsız, sahipsiz, bir demet çiçeksiz mezarlar.
Göç acı, yolculuk zor. Hele hastaysan, hele yaşlıysan.
Hastalık bulaşıcı.
Hastalık tedavi edilemez.
Hastalar ölüme terk.
Hastalar ve cesetler denize…
Göç acı, göç unutulmaz.
Şanslıydık; Çileli yolculuğumuzun sonunda İsmail kalabalığın arasından sıyrılıp bizi bulduğunda sevincimden yerimde duramaz olmuştum. Göç yorgunuydum. Nihayet, nihayet ben de köşeme kurulup huzura kavuşacaktım.
İzmir; İstiklal Harbi’nin acılarını da cumhuriyetin kuruluşunun coşkulu sevincini de Karşıyaka’da pek güzel bir evde yaşadık.
İhsan, zavallı yavrucak daha bir yıl geçmeden hayata veda ettiğinde hala kekemeydi.
Kadriye mutsuz, kırgın, dertli.
Sonra kader ona bir kez daha gülen yüzünü gösterdi. Kadriye’m bir kez daha gebe kaldı. Bu kez yıllardır özlemini çektiği kız evlat onlara İzmir’de nasip oldu. “ Büyülü güzellik ” anlamında “Füsun”, dediler kızlarına.
Kız evlât demek çeyiz demek. Gözyaşları, dualar, iyi dileklerle sandık açmak demek. Füsun’un çeyizi de bana emanet oldu.
Ah! Dimitri Usta ah! Bilsen sana ne dualar etti bu aile. Ya ben… Son anda taktığın o pirinç kulplarım olmayaydı ayakta kalabilir miydim? Bazen bedenimde o nasırlı parmaklarını ve o kulpların bedenime girişinin acısını hisseder gibi olup ürperiyorum da… Sonra şükrediyorum.
Şükrettiğim bir şey daha var; bu güne dek nasip olduğum vefalı eller. Hele Füsun’un ve onun da kızlarının beni el üstünde tutmaları, evden eve birlikte götürmeleri unutulacak şey mi?
Yıllar geçmiş artık vazifem değişmişti. Artık Kadriye’min ilk toruncuğu Rengin kızımın salonunda aile yadigârı bir konuk olmuş baş köşede istirahate çekilmiştim.
Bir gün, bu aile için yeni bir umut, yeni bir göç haberi geldi. Meğer İstanbul bizi beklermiş. Heyecanlandım, hem de çok. Dillerden düşmeyen o harika şehri görmek bana da nasip olacak mıydı? Yoksa birçok arkadaşım gibi işe yaramaz deyip beni parçalayacak, odunluğa mı atacaklardı. Hayır, Rengin bana kıyamadı. Kocaman bir kamyona yüklediler beni. Bu kez göç çok rahat, çok umutluydu. Yolun sonunda Rengin kızımın yatak odasına şifonyer oldum. Çok mutlu bir on yıl geçirdik birlikte. Bana baktıkça Pamuş Hanım’ı anar, küçük bir çocukken Kadriye’mden dinlediği göç hikâyelerini anımsardı.
Derken İstanbul’da yeni bir ev, modern bir yatak odası ve artık içinde bana yer olmayan bir salon. Bu kez ev küçük, karar zor. Beni eskiciye mi versinler, yoksa?
Şanslıydık. Kimse üzülmedi. Rengin kızım beni bir arkadaşının eski eşyalara meraklı kızına armağan etti. Başak, yeni kızım, beni Çanakkale’ye, yazları geldikleri bu eve getirirken hain kurtlar bedenime zarar vermesin diye beni ilaçlattı, üstüne üstlük boyattı. Güzelleştim. Üst kattaki bu odaya yerleştim. Bu arada epey öksürdüm ama yaşamak için bunlara değerdi.
Artık Başak kızımın başucundayım. Zaman zaman bu eve nefes almaya, dinlenmeye gelirler. Gelince de hatırımı sormadan gitmezler. Duydum ki onlara anlattıklarımı eş dost bildiklerine hikaye ederlermiş. Gurur duyarlarmış bana sahip olmaktan.
Ben, Selânikli Dimitri Usta’nın ellerinden doğma, çileli göçlere, dayanılmaz acılara şahit olmuş, önce rahmetli Pamuş Hanım’ın kızı Kadriye’nin, sonra torunu Füsun’un çeyiz sandığı… Poyrazı beklerim köşemde, karşı kıyıdan haberler getirsin diye. İşittiklerim hep vatanından, sevdiklerinden ayrı düşenlerin hazin göç öyküleri olsa bile.
Üşümem hiç, örtünürüm anılarımla.
Işıl Ertunç
Ağustos 2018