Işıl Ertunç
17.12.2014
Babam, zavallı babam, gün boyu şehrin arka sokaklarında belediyenin turuncu kamyonunun arkasına asılıp çöp varillerini boşaltan, akşamları yorgunluktan omuzları çökmüş yuva bildiği eve dönen, kulaklarını askerden döndüğünde iki tramvaya kurban vermiş, kulakları dünyanın seslerine kapalı babam. Babaannemin dediğine göre alışmış artık o bu sessiz dünyaya.
Babaannem pek huzursuz bugün nedense. Caddeyi boylu boyunca görebildiği koltuğunda bile eğreti oturuyor. Sözüm ona örgüsünü örüyor ama gözü hep dışarıda. Birden telaşla merdivenlerden aşağıya inip kapıyı açtığını duyuyorum ama her gün olduğu gibi babamla beraber yukarı çıktıklarını duymuyorum. Guguklu saat biraz önce sadece dört kez öttü. Zaten babam bu saatte gelmez ki. Birisi geldiyse neden yukarı çıkmıyorlar? Aşağı katta sadece mutfak var… Öyle oturacak bir yer yok ki. Merak ettim, kim geldi acaba? Babaannem neden yukarı çıkmadı hâlâ?
Sur içinde yaşarız biz. Babaannemin nohut oda bakla sofa evceğizinde. Babamın başka gidecek yeri yoktur akşamları. İşi bittiğinde doğru eve gelir. Babaannemin pişirdiği iki kap yemeği birlikte yeriz. Babaannem cumbanın önündeki bir zamanlar bordo olduğunu sandığım berjer koltuğunda, babamsa kıvrıldığı divanın üzerinde uyuyakalır. Bense oturduğum yerden onları seyrederim. Babaannemin büfesindeki minik renkli likör şişelerinin arasında duran nadide bir biblo gibi oturduğum yerden hiç kıpırdamam. Kıpırdayamam çünkü. Zaten kıpırdamak da istemem. Yürüyemiyorum ben. Babaannem olmasa ben işte o biblodan farksızım. O yedirir, o içirir, o temizler beni. Kıpırdayamayacağımı bildiği halde ikide bir “Yerinden kıpırdamak yok, ses çıkarmadan usul usul otur, söz dinle” diye tembihler ikide birde. Yürüyemediğim için babam bana çok kızgın. Benimle tek kelime konuşmuyor. Oysa duymuyor diye ben ona hiç kızmıyorum. Ne ilk agucuklarımı, ne ilk sözcüklerimi, ne oturduğum yerde mırıldandığım şarkılarımı duymadığı için ne ona ne de ne görebildiğim ne sesini duyabildiğim anneme kızmıyorum. Ama annem, o hiç tanımadığım kadın çok ama çok kızmış olmalı ki, beni kendinden yoksun bırakmış. Bacaklarım eksik doğunca babamdan hırsını alamayıp terk etmiş onu. Babaannem ara sıra babamın duymadığını unutur, ya da duymamasına aldırmadan kafasındakileri bir bir sıralar, sayar döker. Anlarım ki babamın annemi çok üzmüş olduğunu. Esas, anasız kalmamın sebebinin babam olduğunu. Babaannem komşu teyzelere anlatırken öğrenmiştim ben gerçeği. Meğer ben annemin karnındayken babamla itiş kakışlı bir kavga etmişler, babam henüz benim varlığımı bilmiyormuş o sırada. Kulakları duymadığı için ne annemin, ne babaannemin uyarılarını anlamamış. Kavga şiddetlenince annem kendini merdivenlerin altında bulmuş. O yüzden özürlü doğmuşum. O yüzden annem beni istememiş. Annemi sorunca susuyor babaannem, o bordo berjer koltuğa gömülüp susuyor. Biliyor musunuz en iyi oynadığımız oyun sessizlik oyunu, “tıp”.
Babaannem beni indirmez hiç aşağıya. Kolay mı o kadar merdiven. Banyoya bile taşımaz beni. Odayı kaplayan kilimi kenara çeker, mavi plastik leğeni ortaya koyar, lifi sabunlayıp bir güzel yıkar beni, sonra da suyu ılıştıra ılıştıra başımdan aşağı döker. Tek söz etmeden giydirir, köşeme oturtur.
Hay Allah nasıl da merak ettim şimdi kimin geldiğini.
Bir keresinde saçlarımı tararken büfenin önündeki tabureye oturtmuştu da vitrinin aynasından bana bakan simsiyah saçlı mavi boncuk gözlü kıza bakakalmıştım. Daha önce neye benzediğimi hiç bilmiyordum. Babaannem kendini göreceksin de ne olacak demişti. Oysa ben kendimi değil, annemi merak ediyordum, çünkü babaannemi komşu teyzelerle fısır fısır konuşurken duymuştum. Meğer ben annemin bir kopyasıymışım. Yine beni uyuyor sandığı bir gündü, annemin ara sıra beni görmek istediğini ama babamın izin vermediğini söylemişti onlara. Beni anlamaz sanıyorlar ama ben babamın aslında annemi görmekten korktuğunu düşünüyorum. Oysa ben onu çok özlüyorum.
Merak ediyorum, seslenmek istiyorum, babaanne kim geldi diye ama ya kızarsa bana, ya kızar da küserse…
“Babaanneciğim, orada mısın, ne oldu, kim geldi?” dememe kalmadı, merdivenlerden çıkan simsiyah saçlı, mavi boncuk gözlü kadını gördüm.
Hiç şüphem yoktu, annemdi. Yüzünü göremeden, kokusunu duyamadan büyüdüğüm annem. Merdiveni sonuna kadar çıkıyor, çekingen adımlarla yanıma yaklaşıyor. Boncuk gözlerinin pınarlarında balonlar, ha patladı ha patlayacak. Babaannem peşinde. Yüzüne endişe bulutları yerleşmiş, yüreğine huzur. Buz kesiyorum. Dilim tutulmuş. Annem oturtulduğum divanın önüne çöküyor. Yarım bacaklarımdan başlayarak her yanımı milim milim öpüyor, kokluyor. Gözleri, gözlerime doğru çıkıyor, buluşuyoruz. Buzlarım çözülüyor. Heyecan mıydı, özlem mi, merak mı, sevgi mi hissettiklerim, bilmiyorum. Bildiğim tek şey ona kızgın olmadığım. Ama o bunu bilmiyor. Onunla beraber ağlıyorum.
Babaannem caddeyi boylu boyunca görebildiği koltuğuna gömülüyor, sessiz gözyaşları dökerken babamın yolunu gözlüyor. Babam annemi görmesin diye. Ben annemi yine göreyim diye.