Kardanadam

Işıl Ertunç

9.12.2014

Bahçe içindeki iki katlı ev yeni yıl balosuna katılmak için ışıltılı tuvaletini giymiş, omuzlarında bembeyaz etolü, adeta güzelliğiyle herkesi büyüleyecek şatafatlı bir kadın misali.  Kar bu sabah şehre yılbaşı hediyesi olarak gelmişti.

Nermin mutfak kapısını açar açmaz rüzgârın getirdiği kar taneleri içeriye hücum etti. Çöpü dışarıya bırakırken sabah evden tartışarak okula yolladığı kızını düşündü. Keşke ona karşı biraz daha anlayışlı olabilseydi. Olamamıştı işte. İşten güçten, kafasındaki bin bir düşünceden bazen Zeynep’e çok az zaman ayırdığını o da biliyordu ama şimdi akşamki davete odaklanmalıydı. Daha yapacak çok iş vardı; bir yılbaşı yemeği için on iki kişi pek kalabalık sayılmazdı ama özel bir geceydi nihayet. Yemeklerin lezzeti kadar çeşidi de önemliydi. Neyse ki hazırlıkların bir kısmını önceden tamamlamıştı. Dolabın kapağına astığı yapılacak işler listesini aldı. Hazır olanların üzerlerini çizdi. Şu ana kadar her şey yolunda gibiydi.

Bir an için yine kızına gitti aklı; ne yapsaydı yani, nasıl izin verebilirdi bu akşam arkadaşlarıyla dışarıda olmasına? Daha on altısını bile doldurmamıştı biriciği. Hem Mehmet’e ne derdi, nasıl ikna ederdi onu? Yalan mı söyleyecekti? Yok yok, en doğrusunu yapmıştı izin vermemekle.

Radyoyu açtı. Müzik kafasındaki düşünceleri dağıtırdı en azından. Hindiyi buzdolabından çıkartıp tezgâhın üzerine bıraktı. Hindi de baba hindiydi hani. Musa Efendi’ye o kadar da tembihlemişti, üç kiloyu aşmasın alacağın hindi diye ama adam ısrarla, bulamadım abla, deyip beş kiloluk hindiyi dayayıvermişti işte önüne. Olan olmuştu artık biraz daha uzun pişiririm diye düşündü. Hayvanı bir gün önceden güzelce tütsülemiş, temizlemiş, her yerini bir güzel tereyağıyla ovalamıştı. En çok övündüğü de hindinin içine dolduracağı kendi özel tarifiyle hazırladığı elmalı kestaneli pilavdı. Hindiyi doldurdu, sonra kanatlarını ve bacaklarını sıkıca birbirine bağladı. En sonunda da limon ve balla hazırladığı karışımla üzerini bir güzel soslayıp tekrar dolaba kaldırdı. Ana yemeğiyle şimdiden gurur duyuyordu. Ellerini önlüğüne asılı havlusuna kurularken mutfak kapısı vuruldu. Sabahki siparişlerini getiren Musa Efendi karşısında dikiliyordu. Koskoca hindiyle uğraştırdın beni diye azıcık sitem etmek istediyse de vazgeçti. Adamcağızın da işi başından aşkındı. Şimdi de şirketten çağırmışlardı. Bu havada oradan oraya gidiyorum diye şikayete hazırdı zaten. Söylenmesine fırsat vermeden elindekileri alıp şoförü yolcu etti. Adamın arkasından pencereden baktı. Kar hâlâ yağıyordu. Keşke okulları erken tatil etseler diye geçirdi içinden. Zeynep’e bir mesaj daha attı.

Lütfen ara beni.

Birden amansız bir sızı yokladı yüreğini. Minicik oğlunun çarpışan arabalardaki son fotoğrafı geldi gözünün önüne. Altı yıl olmuştu henüz beş yaşındaki Ozan’ı toprağa vereli. Doğum gününü kutlamak için gittikleri Lunapark eğlencesi felaketle sonuçlanmış, o günden sonra hayat hiçbiri için eskisi gibi olamamıştı. Zeynep için bu başlı başına bir travma olmuş, kazanın ardından uzun süre tek bir kelime bile konuşamamıştı. Mehmet de kendini alkole vermiş,  sigarayı elinden düşürmez olmuştu. Zeynep’in tekrar konuştuğunu duyana kadar kapısını aşındırmadıkları kapı kalmamıştı. Konuşmasına konuşmuştu Zeynep ama artık  hırçın ve kaprisli bir çocuktu. Bazen hiç susmaz, bazen de günlerce içine kapanır konuşmazdı. Son danıştıkları doktor kardeş kaybını bir haksızlık olarak gören benzer çocuklarda intihara yatkınlık olabileceğini ima edince Nermin kızını gözünden bile sakınır olmuştu. Hayat artık Mehmet ve Zeynep demekti.

Belki de fazla sıkıyorum ama elimde değil, diye sesli düşünürken buldu kendini. Toparlanmaya çalıştı. Geç oluyordu. Listeden hindiyi çizdi. Mutfağı öylece bırakıp salona geçerken bir kez daha aradı kızını. Cevap alamadı.

Yemek masasının iki yanındaki uzantıları açtı. Özel günlerde kullanılan kıymetli, beyaz işli örtüyü masaya yaydı. Örtünün kendisi gibi işli kumaş peçetelerini gümüş halkaların arasından geçirdi. Nadide porselenden yemek takımının yanına gümüş çatal bıçakları, boy boy kristal kadehleri yerleştirdikten sonra masanın karşısına geçip şöyle bir seyretti. Bir şey eksikti. Çiçekler, evet çiçekleri ısmarlamayı unutmuştu. Şimdi Musa Efendi’ yi ara ki bul diye düşündü.  Bahçe makasını aldı, sırtına paltosunu taktığı gibi dışarıya fırladı. Arka bahçedeki çam ağacının alt dallarından hızla birkaç dal kesip koşa koşa eve girdi. Kestiği dalları vazodan çıkarttığı kokinalarla birleştirip sofranın ortasına güzel bir düzenleme yaptı. Masanın iki ucuna üzerinde ışıltılı mumların durduğu gümüş şamdanları da yerleştirince salon akşama hazırdı.

Zeynep ne telefonlarına ne mesajlara cevap vermemişti. Saate baktı, derste olmalılar henüz diye kendini avutmaya çalıştı. Sakin olmalıydı. Şimdi bir yorgunluk kahvesine ihtiyacı vardı. Cezveyi ocağa koyarken eli mutfak çekmecesinin dibine sakladığı sigara paketine uzandı, tam yakacakken vazgeçti. Diyalizle hayatını devam ettirmeye çalışan Mehmet’i düşündü. Tek bir sigara bile intihar demekken hala gizli gizli sigara içmekte inat eden kocasını. Sabahtan beri içine akıtmakta olduğu yaşlar birden gözlerine hücum ettiler. Kahve taşarken Nermin’in de keyfi tümden kaçmıştı. Sabah beri boğazına düğümlenen sıkıntı şimdi gözlerinden akıyordu. Çare çalışmaktaydı, çalışmak, unutmak demekti. Gözyaşlarını önlüğüne silip işine devam etmek için yine listesinin başına geldi. Oyalanmaya gerek yoktu. Konuklar sekizde geleceklerdi ama işler çok önceden bitmeliydi. Hazırlanan mezeleri sıra sıra dolaba yerleştirirken zaman da su gibi aktı. Saat beşi geçmiş, hava çoktan kararmıştı. Perdeyi aralayıp dışarıya baktı. Kar taneleri büyümüş, bahçe renk renk ışıltılı mumlarla süslenmiş kremşantiyle kaplı bir pasta olmuştu. Kocaman bir pasta. Bir süre bu güzel kartpostalı  seyretmekten kendini alamadı. Birden bahçede Ozan ile Zeynep’i kardan adam yaparken gördü… Anılar peş peşe üşüştüler… Komşu çocukların neşeli çığlıklarıyla kendine geldi. Ah, ah!  Şu kız bir delilik yapmadan eve gelsin, başka hiçbir şey istemiyorum, diye mırıldanarak tezgahın üzerinde fırına konmayı bekleyen hindiye döndü. Tepsiyi fırına soktu.

Bahçe kapısının vuruldu. Zeynep, Zeynep gelmişti işte. Koştu. Açtı… Rüzgarın uçurduğu bir dal parçasıydı gelen. Hava iyice kötülemiş fırtınaya dönmüştü. Kapıyı zorlukla kapattı.Sayısız aramalarına bir yenisini daha ekledi ama nafile… Bu kadar üzerine titrediği kızı onu ne kadar merak edeceğini hiç mi düşünmüyordu, hele hava böyle kötüyken. Birden öğleden beri artan merakı öfkeye dönüştü. Ne yapacağını bilmez bir hırsla telefonunu hırsla yere fırlattı.  Artık kendini bırakmış bağıra bağıra ağlarken ev telefonu da ısrarla çalıyordu.

-Nermin, Nermin, cebinden ulaşamadım. Her şey yolunda umarım. Hava berbat, ben de biraz erken çıkacağım. İçecekti, yemişti bir eksik varsa gelirken almaya çalışayım.

– Yolunda yolunda…Telefonumu…. Şeyyy telefonumu yere düşürdüm de… Bulamadım. Bir yerlere girmiş olmalı……….

–  Nermin, Nermin yoksa sen ağlıyor musun! Hayırdır, ne oldu?

– Zeynep, Zeynep ortada yok.

-Dur Nermin, dur hele soluklan da öyle anlat bakayım. Ne demek yok.

– Sabah çok kötü tartıştık.Tutturmuş bu akşam arkadaşlarıyla takılacakmış. Ne desem dinlemedi,  çılgınlar gibi çıktı evden. Bütün gün de telefonunu açmadı. Ah, bir delilik yapmadan eve gelse!.. Ah! Sen durumumuzu  biliyorsun ablacığım.  O bizim her… ıııh..of!

– Anlıyorum Nermin, anlıyorum ama Zeynep size çok düşkün biliyorum, kötü bir şey yapacağını hiç sanmıyorum.  Dur bakalım, telaşlanmadan bir çözüm bulalım. Sen okulu ara da dağılmışlar mı sor, ben de Musa Efendi’yi sana yolluyorum. O zamana kadar haber alamadıysan birlikte hareket edersiniz. Yanında biri olsun. Korkma, her şey yoluna girecek, eminim.

-Sağol ablacığım, sağol… Ama akşam, misafirler…

-Akşama Musa Efendi’ nin karısını çağırmıştım yardıma. Bizde kalacak. Sen evde olmalısın bu akşam. Yemeklerden de ayır biraz eve götürmek için.  Neredeyse unutuyordum, portmantodaki paketler de sizin Nerminciğim. Şimdiden iyi yıllar dilerim.

-Teşekkür ederim de…

-Hem yarın da erkenden gelme. Ben seni ihtiyacım olunca ararım. Ailece azıcık beraber olun. Böylece Zeynep’ in de gönlü olur.

Nermin bir yandan hızlıca ortalığı toparlarken bir yandan da hırsla yere fırlattığı telefonunu arıyordu. Yemek masasının altında halının üzerinde buldu sonunda. Yerinden çıkmış kapağını takmaya çalışırken gördü fotoğrafı. Zeynep ve arkadaşları Ozan’ın mezarının önünde kocaman bir kardan adamla poz vermişlerdi. Sonra altındaki mesajı okudu hıçkıra hıçkıra…

“Anneciğim, üzülme e mi! Kardeşim bu gece yalnız kalmayacak. Eve geç kalma hava berbat… Seni seviyorum. Şarj….”

 

 

 

 

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s