Laleli

Bir Bahar Günü Laleli’de 2013 Işıl Ertunç

Martın yirmi sekizi, yirmi dokuzuna terk ederken yerini, birden aklıma düşen bir soruyla yatakta doğruldum. Sabaha Laleli gezimiz var ama ben bunca yıldır belki milyon kez yakınında bulunduğum bu semte neden Laleli dendiğini bilmiyordum. Biraz komik, biraz da acı değil mi, insanın doğduğu, büyüdüğü, elli yılı aşkındır nefes aldığı bir şehirde bazı şeyleri ancak üzerine bir yazı yazacağı zaman merak etmesi? Sesli düşünmüş olmalıyım ki uykuya niyetlenen eşim:

-Aman canım ne olacak, kesin bir zamanlar oralarda lale bahçeleri vardı, haydi takma kafana. Deyiverdi.

İçimden,  “ sen öyle bil” diye geçirdim ve kalkıp sanal aleme sorumu yolladım. Neyse cevap gecikmeden geldi. Meğerse, adına Laleli Paşa denen bir muhterem zat ile devrin padişahı arasında geçen komik bir öyküye dayanırmış semtin adı. Öykü oldukça uzun, onu anlatması bir başka sefere kalsın!

Sırtımdan büyük bir yük kalktı sorumun cevabını almanın rahatlığıyla tekrar sıcacık yatağıma geri döndüm. Ama, heyhat! Gözüme bir türlü uyku girmiyor. Zihnimin işi gücü yok, kafamı kurcalıyor. Bu defa paşanın adı niye Laleli Paşaymış diye sorgu suale başladım. Sağa dön, sola dön, derken sabahı etmişim.

İstanbul pırıl pırıl güneşli bir güne uyanmıştı, ben de. Turistik donanımlarıma büründüm, bir taksi üç metro Laleli’deyim.

Alışılagelmiş buluşma, hal hatırdan sonra ilk mola yerimiz olacak Taş Han’ı bulmak uğruna düştük yollara.. O sokak senin bu sokak benim derken öğrendik ki gitmek istediğimiz yerin tam aksi yöndeyiz. Saf saf en yaşlı esnaf kesin bilir diye sorduğumuz amcalardan cevap alamadık, yine yolumuzu kendimiz bulduk. 

Dizilere, filmlere mekan olmuş tarihi Taş Han’da sabah sabah nargile kokuları  arasında kahvelerimizi içtik. Çevreyi gezdikten sonra gelip yazılarımızı yazmak için tekrar bu kahvede buluşmak üzere hepimiz ayrı ayrı yönlere dağıldık.

Ne yazık ki İstanbul’umun eski bir semtini gezeceğim derken kendimi yabancılar diyarında buldum. Bir zamanların eğitim, kültür, ibadet, yakın tarihimizin de en turistik semtleriyle iç içe olan Laleli şimdi bambaşka bir yer olmuş. İrili ufaklı çoğu yabancı isimli otellerin, Rus’undan Roman’ına çeşit çeşit yabancının, gündüzleri sokakları dolduran bavul tüccarlarının, işportanın, geceleri de bambaşka bir  ticaretin  esiri olmuş. Boynumda asılı duran Nikon’umun ve sırt çantamın beni her an taciz edilecek sade bir Türk vatandaşı olmaktan çıkartabildiğini bir kez daha bu sokaklarda hatırladım. Sokaklar adım başı, modern hamallar, tartıcılar, en kralından saatleri bileklerinde pazarlamaya çalışanlar, ayakkabı boyacıları, bavul ve çantacılarla doluydu. Laleli esnafı sanki bütün şehir çıplak kalmış da birazdan gelip buralardan giyinmek isteyecekmiş kadar çok  kılık kıyafet ve iç çamaşırı satmaktaydı. Vitrinlerse en cafcaflı, en ucuz, en giyilmez diyeceğiniz taklit giysilerle süslenmişti.

 Çok sürmedi birkaç dakika sonra Laleli bin bir koku ve çeşitli gürültüsüyle üzerime gelmeye başladı. Kaçtım. Beyazıt’a doğru tırmandım. Kendimi İstanbul Üniversitesi’nin bahçesinde bir banka attım.

Oturduğum yerden şehrin defalarca tecavüze uğramış, kaybolmuş tarihi dokusunu aradım. Önümden gelip geçenleri, benim yadırgadığım ama onların çoktan kabullendiği hayatlarını izledim. Çarpıcı makyajlı, seksi giysiler içinde dolanan manken bacaklı üç yabancı kadının ardından gelen sakalları belinde, cüppeli, sarıklı üç …….. yi  deklanşörüme alamadığım için çok hayıflandım. Dönmek üzere kalktım. Her ne kadar yolun üzerinde gördüğüm WC tabelalarını takip ettiysem de on dakikalık arama sonunda tuvaletlerin en az üç kez önünden geçtiğim kepenklerin arkasında olduğunu, üstelik kepengin üzerinde “kapalı” yazdığını gördüm. Güldüm ağlanacak halimize.

Kalabalığı yara yara ,bir saat önce guruptan ayrıldığım yere geri geldim. Taş Han’ın girişinde daracık koridorun üzerinde sıra sıra kadınlı erkekli taş mankenler yine bizi karşılamak ve uğurlamak için “alesta” beklemekteydiler. 

Toplaştık bir tahta masanın etrafında yedi İstanbul’u yazan kadın ve onları adım adım izleyip kameraya çeken bir adam. Yazdık sessizce, okuduk kısık sesle. Paylaştık yaşadığımız Laleli’yi birbirimize.

Günün sonunda, benim şehrim İstabul’un artık benim olmadığı, benim orada bir yabancı, belki bir misafir  olduğum düşüncesi yüreğime acı bir şekilde çökmüştü.

Olumsuz duygularımı Kadıköy vapurunda denize attım, haykırdım içimdeki şehre:

“ Seni seviyorum.”

Reklam

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s