
COMPARSİTA -2013 Işıl Ertunç
Altın yaldızlı kristal aynada kendine küçük bir bakış attı, makyajı, saçları, kıyafeti, her şey tamamdı. Zümrüt yeşili tuvaletinin kızıl saçlarıyla uyumu mükemmeldi. Kocasının evlilik yıldönümü hediyesi olarak seçtiği bir çift elmas küpe toplu saçlarının açıkta bıraktığı kulaklarını süslüyordu. Gece çantasını aldı, şalını omuzuna attı, dönüp kocasını tepeden tırnağa hayranlıkla süzdü, papyonunu düzeltti ve rujunun bozulacağını düşünmeden dudaklarına minicik bir öpücük kondurdu. Elleri birleşti. Ellili yaşların ortasındaki güzel kadın bir anda otuz yıl öncesine yine bu otelin içinde bulundukları efsane yıldız Garbo’ nun adını taşıyan odaya gidiverdi.
Pera Palas Oteli’nin kubbeli salonunda verilen bir davette tanışmışlar, kısa sürede ilerleyen arkadaşlıkları, önce aşka, sonunda da evlilik kararına dönüşmüştü. Hiç tereddütsüz tanıştıkları mekanı düğün salonu olarak seçmişlerdi. O gün yine bu odanın kapısından bembeyaz gelinliği içinde çıkmıştı. Kocasının kolunda tarihi binanın ihtişamlı merdivenlerinden aşağı inerken mutluluktan ayakları yerden kesilmiş gibiydi. Vücudunu saran yarı değerli taşlarla işli dantel gelinliğin eteklerini kabartmak için kullanılan ağır, tafta kumaşın yere sürünürken çıkardığı sesten başka bir şey duymuyordu. Dantel eldivenlerinin içindeki zarif elleri heyecandan nemlenmişti. En alt basamağa ulaştıklarında kubbeli salonu balo salonuna bağlayan tül perdeli cam kapıların önünde birbirlerine dönüp bakışmışlar adeta gözleriyle bir kez daha sonsuz mutluluk sözü vermişlerdi. Nihayet balo salonunun kapıları açılmış, davetlilerin alkışları arasında içeri girmişler, mini orkestranın çaldığı “Comparsita” ile eski parkelerin üzerinde ahenkli adımlarla dans etmeye başlamışlardı.
Geri döndü. Bir şey unutup unutmadığına bakmak için odada şöyle bir dolaştı, gözü kenarlarında ahşap sütunlar olan yatağa ilişti. Atlas yatak örtüsü değişmemişti, ya da birebir aynısı yapılmıştı. Sanki otuz yıl önce o gece burada yaşanan aşk dolu saatlerin anıları yatak örtüsünün sırma işlemeleri arasından göz kırpmaktaydılar. İçine bir huzur doldu. Mutluluklarının temelinin atıldığı yerdeydiler.
Bu kez aşağıya inmek için daha kısa bir yolu seçtiler. Bir bellboy hemen koşup tarihi asansörün önce ferforje sonra ahşap kapılarını açtı ve onlar içeri girdikten sonra da kapıları tekrar kapattı. Yılların güzelliğinden hiçbir şey kaybettirmediği kadın asansörden inerken, şifon tuvaletinin uçuşan eteklerini üzerine basmamak için hafifçe yukarı çekti. Kubbeli salona arkalarını vererek kol kola durdular. Balo salonundan hafif bir müzik sesi gelmekteydi.
Otel son yıllarda büyük bir yenileme geçirmişti ama kubbeli salonda her şey yine yerli yerindeydi. Antika vitrinler, tarihi piyano, basmaya kıyamayacağınız halılar. Duvarlar ve parkeler, camlar ve çerçeveler değişmiş olsa da her köşeden bu binada yaşanan sır dolu hayatların hayaletleri kendilerini gösteriyordu. Nasıl göstermesinler ki? Agatha Christie bugün kendi adını taşıyan odada meşhur Orient Express romanını kurgulamamış mıydı? Otelin en güzel odalarından biri Atatürk’ün odası değil miydi? Cumhuriyete geçişin hazırlıkları burada yapılmamış mıydı? Bu bina yüz yılı aşkındır nice tanınmış politikacı ve ünlüleri ağırlamamış mıydı?
Salondan gelen müzik değişip “Comparsita” çalmaya başlayınca anılardan sıyrılarak bakışlarını merdiven başında beliren genç çifte çevirdiler. Gelin, annesinin kızıl saçlarını, babasının da yeşil gözlerini almış, bembeyaz teni ve incecik vücudunu saran muhteşem gelinliğiyle geçmişten fırlayıp gelmiş gibiydi. Davetlileri güzel bir sürpriz beklemekteydi. Genç gelin anılarla dolu bu mekanda annesinin gelinliğini giyerek evlenmek istemişti.
Tarih tekrarlanmış gibiydi. Gelin ve damat “Comparsita” eşliğinde salona girerken bir an durup birbirlerine baktılar ve en az onlar kadar mutlu olmaya çalışacaklarına söz verdiler.